Eskişehir’de yeni stat tamamlandığında yıkılacak olan mevcut stadın yerine yapılması planlanan meydan konusunda bir tartışmadır gidiyor. İyidir. Bu hususta söyleyecek sözüm var ama bugünlük, bu tartışmanın hatırlattığı bir rivayet üzerinden söyleyeceklerimi söyleyeyim. Rivayet odur ki, Tanzimat’tan itibaren Türkiye’nin şehirlerinin meydanları bilinçli ve sistemli bir biçimde imha edilmiş. İttihatçılar ve daha sonra da Cumhuriyet de aynı
Mehmed Akif’in ölüm yıldönümüymüş. Memleketin her şeyini olduğu gibi tarihini de “bu senden, bu benden” diye üleşmekten fırsat kalırsa… Yanlış hatırlamıyorsam Mithat Cemal Kuntay, pek de aynı çizginin adamı sayılmayacağı Mehmed Akif’i, “hayatını yalan söylemeye ihtiyaç duymadan anlatabilecek biri” gibilerden tarif ettiydi. Bunu hatırlamak da benim, Akif’in ölüm yıldönümünde vazifem olsun. Var mıdır hayatını hiç
Ankara metrosuna ilk defa bindiğimde şaşırmıştım. Metro son derece temiz ve bakımlıydı. Olmaması gerekiyordu. Neticede metroyu kullananların önemli bir bölümü belediye otobüslerini kullanan insanlardı ve belediye otobüslerine hiç de müşfik davranmıyorlar, koltukların arkasında kalemleri veya çakılarıyla bıraktıkları işaretlerle kendilerini ölümsüzleştirmeyi ihmal etmiyorlardı. Farka mana veremedim ve bir kenara not ettim. Sonra İstanbul metrosunda ve daha
Yeryüzündeki toplumları modernleşenler ve modernleştirilenler başlıkları altında ikiye ayırmak mümkün. Modernleşenler, yani insan aklı marifetiyle dünyanın daha iyi bir yer haline getirilebileceği varsayımını — hümanizma sürecinde — üretip, Aydınlanma marifetiyle de bu işe soyunanlar, topu aristokratların elinden alıp daha çok kişinin katılacağı bir oyun kurdular. Modernleştirilenlerin bambaşka bir macerası oldu. Modernleşememiş olanların arasından bazıları —onlara
Kupada Beşiktaş, Adana Demirspor’a kendi sahasında (?) 2-1 yenildi. Demirspor Türkiye’nin hikâyesi olan, romantik kulüplerinden. Beşiktaş da, özellikle Biliç’le birlikte yeniden eski romantizmine rücu etti. Maç nostaljik bir yapısı olan bir statta, Sarıyer’in Yusuf Ziya Öniş stadında, muhtemelen stadın ışıklandırması olmadığından nostaljik bir saatte, saat 14:00’te oynandı. Maçın ilk yarısında hakem Demirsporlu bir futbolcuya kırmızı
Romalı tarihçi Tacitus “eskiden canımızı suç yakıyordu, şimdi kanun yakıyor” demiş. Hikâyeyi başa sarayım: Daha önce William Golding’in Sineklerin Tanrısı adlı romanından başka vesileyle söz etmiştim. Şimdi romanın kastından söz edebilirim. Golding insanoğlunun medeniyet kurabilecek bir naturaya sahip olmadığını düşünüyordu. Dolayısıyla mevcut medeniyeti bir tür tarihi —ve talihli— kaza olarak niteliyordu. Dolayısıyla, o medeniyeti muhafaza
Sekiz-on yıl kadar önce, bir taşra üniversitesinde birkaç akademisyenle sohbet ederken, mevzu işgücünün serbest dolaşımına geldi. Vasıfsız işgücünün serbest dolaşımının işin masum yanı olduğu, asıl tehdidin vasıflı insangücü dolaşımında olduğu öne sürüldü. Yeterince vasıflı insan yetiştiremediğimiz, yakında yurt dışında yetişmiş olan yabancıların Türkiye’deki prestijli (ve dolayısıyla yüksek ücretli) pozisyonları doldurmaya başlayacağı filan gibi kaygılar dile
Geçen hafta sonunda Ba Konya’da gol atınca Beşiktaş tribünleri hep bir ağızdan tekbir getirmeye başladı da hatırladım: Birkaç hafta önce, kimdi hatırlamıyorum, “Pascal Beşiktaş taraftarını diskoya götüremedi ama Demba Ba camiye götürecek galiba” mealinde takıldıydı. Tribünler Ba’ya “Baba bizi camiye götür” diye tezahürat yapar mı? Pascal Nouma’nın durumu ile Ba’nınki arasında şöyle bir asimetri var:
Yazdım ama başka kelimelerle tekrarlayacağım… Can Dündar bugün Cumhuriyet’te, malum klişeleri tekrarlamış. Yani İslam dünyasında yeterince üniversite yok, GSMH’dan bilime ayrılan pay düşük, okuryazar oranı düşük ve işte bu yüzden dünya beşten küçük diye iddia etmiş. Önce altını çizerek vurgulamam gerekiyor: Herkesin okuryazar olduğu bir dünya ve özellikle de bir Türkiye isterim. Bilime her yerde