Çocukken, derste deftere yanlış bir şey yazdığımızda, silerdik. Gerçi kâğıt hiç yazılmamış, dolayısıyla da silinmemiş hale gelmezdi ama üzerine yeni bir şey yazdığımızda, artık daha önce yazdığımızın ne olduğunu tespit etmek neredeyse imkânsızlaşırdı. Az önce, şu bir önceki noktadan sonra yazdığımı backspace tuşuyla sildim, cümleye yeniden başladım. O yazdığım “şimdi” kelimesi (cümleye öyle başlamayı düşünmüştüm)
“Sosyal statü” diyor araştırmacılar, “bir ferdin sosyal çevresinin kalitesinin en önemli göstergelerinden biridir (http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC3340061/)”. Sıkı bir sosyal hiyerarşiye tabi olan dişi makak maymunları üzerinde yaptıkları araştırmadan sonra söylüyorlar bunu. Biz hem sosyal statünün hem de onunla yakından bağlantılı olan fenotip özelliklerinin (mesela bağışıklık sisteminin performansının, depresif tutumların ve saire) genetik olarak belirlendiğini düşünüyorduk. Yani, bazılarının
Dün öğle namazından sonra Kocatepe Camiinde, bir arkadaşın babasının cenaze namazı vardı. Aynı namazdan sonra, Erdoğan, Davutoğlu ve Arınç’ın da katıldığı bir başka cenaze daha varmış. Beyefendiler camiye gelecekler diye, dört bir yandan camiye erişim engellenmişti. Yani babalarına, dedelerine, arkadaşlarına son vazifelerini yapmak için Kocatepe Camiine gitmeye çalışanlar, polis kordonunu geçemiyorlardı. Yuh! Öyle değil mi?
“Bu kriz, sanayinin son krizi” dedim, “krizden sonra bir fabrika sahibi olmak, bugün büyükçe bir tarla sahibi olmaya eşdeğer olacak” dedim. Yıllar önce bunları dediğimde “e madem her şeyi biliyorsun, de hele, sanayiin yerini ne alacak” dediler. Tahmin etmişsinizdir, merak saikıyla soruyor değillerdi, “hadi oradan olur muymuş öyle şey” edasıyla soruyorlardı. Ben yine de efendi
ODTÜ Endüstri Mühendisliği mezunlarının İnternet listesinde, yanlış hatırlamıyorsam 2004 veya 2005 yılında, dünyanın daha önce benzerini tecrübe etmediği bir iktisadi krize doğru yuvarlanıyor olduğunu iddia etmiştim. İktisat tarihinin muhtemelen en parlak, en gösterişli, en ümit vadeden dönemiydi. Hesabım aslında son derece basitti. Sadece imalat sanayiinde değil, uzun süredir istihdam süngeri gibi kullanılan hizmet sektöründe de
Ertuğrul Özkök, meşhur Muhtar Bile Olamaz manşetini, müdafaa etmek zorunda kalmadı yıllarca. Ama rüzgâr döndü, muhtar bile olamayacağı sevinçle manşetten haykırılan adam Başbakan oldu. İlk yaptığı şeylerden biri, Özkök’ün manşetini hatırlatmak oldu. O gün bugündür Özkök –yaptığı başka birkaç zırvalıkla birlikte– bu manşetin de hesabını vermeye çalışıyor. Ahalinin zekâsına hakaret edercesine, mealen “biz sadece yargının
İsmail Kılıçarslan takip ettiğim biri değil. Zaten takip ettiğim herhangi biri de yok. (Pardon, mazoşist bir yanım ver herhalde, Akif Beki’nin zırvalıklarına, ortalama olarak haftada bir veya iki defa göz atmaktan kendimi alamıyorum.) İsmail Kılıçarslan’ı takip etmiyorum ama birkaç programına denk geldim, birkaç yazısını okudum. Bende lafı lafa benzeyen biri olduğu intibaı uyandırdı. Demiş ki,
Hayatta en katlanamadığım şey midir bilemedim ama aptal yerine konmaya katlanamıyorum. Aptalın biri beni aptal yerine koymaya çalıştığında kendimi çok çaresiz hissediyor, çok öfkeleniyorum. Böyle aşırı, başka durumlardan farklı reaksiyon gösteriyor olduğumu fark ettiğimde, kendi kendime, “aptal olma” dedim, “insan aptal olmasa, aptal yerine konmayı bu kadar önemsemez.” Yine de aptal yerine konmaya katlanamıyorum ve
Hazır olun. Eğer şimdiden başlamadıysa eli kulağındadır, “gördünüz işte siyaset çözüm üretemiyor” lafları birbiri ardına sıralanacak. Bir kısmı bildiğiniz şeyi tekrarlayacak: “Bu sistemle olmuyor işte…” Ama daha tehlikelisi, “Erdoğansız olmuyor işte” teraneleri dolaşıma sürülecek. Davutoğlusu, Kılıçdaroğlusu, Bahçelisi, onca pohpohladığınız cici Demirtaşı… Hiçbiri problemi çözemedi. Memleket hükümetsiz kaldı işte. Yok, olmuyor. Erdoğan olmadan olmuyor. Birileri bu
Rahmetli Demirel, ihtiyaç hissettiğinde Isparta köylüsü ağzıyla konuşurdu. Memleketin siyasi analist kadrosundan sebepleneneler de, bu biricik göstergeden “ahalinin kendisi gibileri seçtiği” klişesini ürettiler ve hâlâ aynı sakızı çiğnemekteler. Hâlbuki hal bu değildi. Ahali Demirel hakkında bir efsane üretmişti. İşte “adam yirmi yıl önce bir defa gördüğü adamı hatırlıyor, ‘senin tarla sınırı problemi ne oldu’ diye