Peşinen söyleyeyim, bu bir futbol yazısı değildir, dünya tasavvurlarına dair bir yazıdır. Beşiktaş geçen hafta Amsterdam’da Ajax karşısında perişan olduktan sonra, bu hafta da evinde Eintracht Frankfurt’a 3-1 yenildi. İstanbul’daki maçın sonlarına doğru tribünler —en azından bazı tribünler— kaleci Ersin Destanoğlu’nu ve Ernest Muçi’yi ıslıkladılar. Beşiktaş’ın teknik direktörü Giovanni van Bronckhorst (GvB), maçtan sonra “Maç
İsrail denen şey, savaşı yaymak için elinden geleni ardına koymuyor. Son marifetleri malum, Lübnan’da çağrı cihazlarını ve telsizleri patlattılar. Her vakit olduğu gibi, İsrail istihbaratı denen haydut çetesinin her marifetinden sonra olduğu gibi, şimdi de “vay, ne becerikliler” masalları ortalığa yayıldı. Bu defa “kötüler ama…” diye başlama ihtiyacı da duyuldu gibi… En azından bazıları öyle
Dün demiş oldum ki, canı herhangi bir şeye sıkıldığında efendinin bizleri de kırbaçlayabileceğini bildiğimiz halde, tarlada değil de evde olmanın “itibarı”nın cazibesiyle çok günah işledik. Bütün günahlar gibi bu günahın da yarattığı haz, pek çok olumlu neticesi oldu. Tarlalar tenhalaştı. Tarlalar… Yani sadece gerçek manada tarlalar değil, aynı zamanda burjuvazinin tarlaları olan fabrikalar da… İlaveten,
Erdoğan Malcolm X’in “ev zencileri/tarla zencileri” tasnifini hatırlattı, iyi oldu. Hayır, tarla zencileri tren kazalarında, maden göçüklerinde, depremlerde telef olurken şahsının yanındaki ev zencilerinin “seni yedirmeyeceğiz Reis” diye ünlemelerinden söz etmeyeceğim. Değmezler. Gezi’yi bir terör faaliyeti olarak yaftalayan, pandemide hepimizin evlere kapatılmasına alkış tutan, bütün bu tiksinti verici işleri “Erdoğan’ın evi”nde porselen parlatmak imtiyazı için
Kendisinden dört yıldır haber almakta güçlük çektiğimiz Kamala Harris, sahne kendisine kaldığında, “ABD halkı seçimde bir savcı ile hüküm giymiş bir suçlu arasında seçim yapacak” diye buyurmuş. Kendisi adaletin tecellisi için görev yapmış bir savcı, rakibi Trump ise Harris’in şerefle emrinde çalıştığı adalet sisteminin suçlu bulduğu bir adam… Tercih ne kadar kolay! Yıllarca devlet memuru
ODTÜ Endüstri Mühendisliği mezunlarının platformunda, bir dönem, memlekette/dünyada verimliliğin yeterince önemsenmediği, kolaylıkla şimdiki seviyesinin üzerine çıkarılabileceği gündeme geldi. Hemen herkes hararetle katıldı. Eh, tartışanlar Endüstri Mühendisi olduğuna göre, Endüstri Mühendisliğinin esas mevzuu da verimlilik olduğuna göre, anlaşılmaz bir şey yok. Sonra, aynı toplulukta bir dönem, memlekette/dünyada üretimin düşük olduğu tespiti yapıldı ve yine hemen herkes
Avrupa Parlamentosu seçimleri tamamlandı. Doyurucu, mukayeseli istatistiklere ulaşmak zor. Anlaşılan o ki, kimsenin neler olup bitiyor olduğunu anlamaya ihtiyacı yok. Herkes bildiği oyunu oynamakta ısrarcı. *** Kıyamet yaygarası yapmadan dünyayı anlayamayacağı anlaşılan malum kesim, seçimlerden önce yine bir kıyamet senaryosu pazarladı. Anlaşılan o ki bir defa daha kıyamet kopmadı. Seçimlerden önceki alarm zilleri geçmiş yıllardakilere
Dünyanın dört bir yanında, olmasına ihtimal bile veremeyeceğimiz şeyler oluyor. Rusya, savaşın başında kaçmış bir helikopter pilotunu İspanya’da infaz ediyor. Bunca işin gücün arasında böyle bir önceliğin olması tuhaf değil mi? İsrail fütursuzca sivilleri öldürüp duruyor ve “insan hakları, uluslararası hukuk, bu tür şeyler bizden sorulur, siz az gelişmişliğinizle böyle şeylere burnunuzu sokmayın” deyip durmuş,
Türkiye’de sol görünümlü partilerin ve kendisini “solcu” olarak niteleyenlerin bize anlata geldiği bir hikâye var. Bu hikâyeye göre, 1970lerde, yani sendikalar güçlüyken, işçiler politik bilince ulaşmaya başlamış, merkezin solundaki partilerin de oy oranları yükselmişti. Sonra… Malum neoliberalizm geldi, sendikaların beli büküldü ve Türkiye’de sol “çökertildi”. Türkiye’de gerçek anlamda bir “sol siyasi hareket” olmadı. Sendikacılık faaliyetlerinin
Nişanyan’la sohbetimiz boyunca Nişanyan’ın şık paslarını değerlendirememişim. “Ortaya karışık” laf kalabalığı olmuş benimki. Hiçbir şeyi tamamlamamış, hemen her şeyi yarım bırakmışım. Yazdıklarımı, söylediklerimi takip edenler için dert olmayabilir, onlar boşlukları doldurmuşlardır ama ilk defa beni dinleyenler için… Bilemedim. Spesifik “bir tek” misal üzerinden gitseydim, belki de daha iyi olacakmış. Mesela… Dünyada temsili demokrasi krizde. Krizin