Ay: Ekim 2009

Ümit ile Korku Arasında

2002’den beri ipler ellerinde. Kuçu-Kuçu Âşıkları Derneği Başkanlığına kadar, gözlerine kestirdikleri hemen her koltuğu ele geçirdiler ama AB’den YÖK’e, yolsuzluklardan ekonomiye kadar, açtıkları hiçbir tezgâhta hâsılat yok. TSK’ya, Anayasa Mahkemesine, Bekir Coşkun’a, Aysun Kayacı’ya, akla gelebilecek her muhalefet kırıntısına muhalefet etmekten gayrı bir marifet görmedik. Şimdi de Kürtlere muhalefet ediyorlar. Âlicenaplık göstermiş, teneffüste top oynamaya

Denemek Bize Yakışmaz

Spielberg ve Redford, hemen hemen aynı dönemde, Lincoln’ün hayatını filme almaya karar vermişler. Ne kadar ayıp. Anlaşsalar, hatta kaynaklarını birleştirseler, ayrı ayrı yapacaklarından daha iyisini bir arada yapsalar, daha iyisini ne demek, en iyisini yapsalar, eğer en iyisini yapamayacaklarsa ortaya çıkmasalar, en iyisini yapacak olan yapsa, kaynaklar israf olmasa, koskoca Lincoln madara olmasa… Bu Amerika

Aramakla Bulunmaz…

Televizyonla pek aram yok. Ama geçen akşam kanallar arasında zıplarken Sky Türk’te Enver Arseven’e denk gelince durakladım. Programın misafiri Hilmi Yavuz bir hayli gergindi. Arseven köşeye sıkıştırma niyeti taşımadığını ne kadar söylese de kâr etmedi. En azından benim seyrettiğim süre boyunca Yavuz, kalkanlarını hiç indirmedi. Arseven’in ve Yavuz’un iletişim kuramazlıkları görülmeye değerdi ve memleketin hali

Beyazlaştırabildiklerimizden misiniz?

Voltaire’in Candide’i, peşinden nefes nefese dünyanın dört bir yanında koşturduğu sevgilisine nihayet İstanbul’da kavuşur. İlk kitabın son bölümlerinde, dostları ile birlikte, İstanbul yakınlarındaki bir çiftlikte soluklanırlar. Bu arada, âlemin sırrını öğrenme ümidiyle, bu sırra vakıf olduğundan kimsenin şüphe etmediği bir dervişi ziyaret ederler. Bence derviş âlemin sırrını açıklar da, onlar farkına varamazlar. Hayal kırıklığı içinde

Türk Olmak Neye Benzer

Aha işte bunu biliyorum. Yarasa olmak, Amerikalı olmak, İranlı olmak neye benzer, bilmiyorum. Ama Türk olmanın neye benzediğini biliyorum. Hem de hakkında ciltler dolusu yazacak kadar. Merak buyurmayın, ciltler dolusu yazacak değilim. Meselenin sadece bir cephesine küçük bir pencere açmakla yetineceğim. Türkler iki bölük halinde yaratılmıştır. Müsveddeler bölüğünün aklına, herhangi bir mesele tartışılırken, “her şeyin

Ertuğrul Özkök Demokrasisi

Diaspora ABD’de Sarkisyan’ı fena benzetmiş. Vakanın fotoğrafları da Sayın Özkök’ü derin düşüncelere gark etmiş. Türkiye’de mesela siyasi iktidar ve medyanın Kürt meselesinin çözümünü şiddetle arzuladığını anlıyoruz. Ne fayda, menfaatinin nerede olduğunu bir türlü öğrenemeyen şu gafil çoğunluk, mesele çözülmesin diye ayak diremekte ısrar ediyor. Çözmeye niyetlendiler diye AKP’ye oy vermeyecek, Ertuğrul beyin gazetesini de satın

Irkçı Senin Babandır

Niko Kovi defalarca genç ve ümit milli takım formasını giydikten sonra, Beşiktaş kontenjanından beş defa da A milli oldu. Niko Rum’du, TC vatandaşı bir Rum. Kuytuda, köşede değil, Türkiye’nin en çok göz önünde olan kulüplerinden birinde tam beş sezon futbol oynadı. 140 civarında maç yaptı. Demek ki kabaca 70 deplasmana çıktı. Sonra Panathinaikos’a gitti, futbol

İranlı Olmak Neye Benzer?

Şehir efsanesine göre, köklü Japon ailelerinden birinin genç oğlu bir trafik kazasında sol kolunu kaybeder. Eksilmeyi içine sindiremez, bunalıma girer. Ailesinin denediği hiçbir şey kâr etmez. Son çare olarak bilge Sennin-San’a müracaat ederler. Bilge delikanlıyı alıkoyar, ailesini yollar. Derhal sancılı bir eğitim süreci başlar. Delikanlı bilgenin istediği belirli bir judo oyununu öğrenmek zorundadır. Aylarca aynı