Geçen akşam bir İngiliz televizyoncu, aramızda oturan Tahir hoca ile bir şeyler konuşuyordu. Masa kalabalıktı, benim ilgilim başka yerlere yönelikti. Meselenin İslam dünyasına dair bir şey olduğunu, hoca bana gönderme yapınca fark ettim. Tam o sırada İngiliz televizyoncu, işitmediğim sorusuyla ilişkili olarak “aptalca bir soru olabilir” diye tereddüt belirtince, Tahir hoca, “hiçbir soru aptalca değildir”
Serdar Akinan geçenlerde “Okumadıysanız Orwell’in 1984’ünü okuyun. Okuduysanız bir kez daha okuyun.” diye yazdı. İşaret ettiği şey, korkunun Türkiye’yi nasıl teslim aldığı idi. Akinan’a katılıyorum, Türkiye’de korku kol geziyor. Ancak “Tüm bu süreçte ortada olmayan aktör kim? Farkında mıyız?” sorusunun muhtemel çağrışımları hakkında bazı itirazlarım var. *** 1984’ün yorumlarının çoğu, ya seyredenlerin seyredilmesini sağlayan iki
Salı günkü yazımla ilgili olarak beni arayanların bir bölümü sitem ettiler. Hz. Muhammed’in etrafını küçümseyici bir edayla süzdüğü muhayyel bir tablodan söz etmem şart mıydı diye sordular. Sanki öyle bir tasvir yapmasam, yazıyı yanlış anlayanlar yanlış anlamaktan vazgeçeceklermiş gibi… Evet, şarttı. Modernliğin türlü çeşitli hizipleri var. Ama hepsinin bir ortak paydası var. Bu ortak paydanın
Bu yazıyı yazarken kullandığım Microsoft Word yazılımı, herhangi bir kelimeyi yanlış yazarsam veya sözlüğünde yer almayan bir kelime yazarsam beni uyarıyor. Muhammedi kelimesini de tanımayabileceğini düşünmüşüm. Ancak herhangi bir itirazda bulunmadı. Demek ki Muhammedi kelimesi, Word’ün çok da zengin olmayan Türkçe sözlüğünde yer alıyor. Ama eminim ki, hangi dine mensup olduğunuz sorulduğunda, çoğunuz, bugüne kadar
1990’lı yılların birinde Isparta Belediye Başkanı, yaklaşan mahalli seçimlerde DYP’den aday gösterilmeyeceğini anlayınca, partisinden istifa edip RP’ye geçmişti. Yeşil derili bir uzaylıya ne kadar aşinaysa RP’ye ve RP’ye rey veren ahaliye de ancak o kadar aşina olan bir hanım televizyoncu, şaşkınlık içinde, sadece “Neden RP?” diye sorabildi. Öyle ya, DYP’den ayrılmışsınız anlarız, ama ANAP, DSP,
Geçen akşam yemekte, Venezuela’nın İstanbul Başkonsolosu, ülkesindeki siyasi durumu gururla ve heyecanla özetlerken, DSP’den Belediye Meclisi Üyesi seçilmiş arkadaşlar merakla sordular: Chavez bu işin sonunu getirebileceğine inanıyor muydu? Bu uluslar arası konjonktürde devrimin yaşama şansı var mıydı? Başkonsolos, özetle, Chavez’in gücünü halktan aldığını, halka güvendiğini, dolayısıyla başına bir şey gelme ihtimalini aklına bile getirmediğini söyledi.
Goethe’nin Faust’u, büyük projesini inşa etmeye kalkıştığında “bana bir akıl ve bin el yeter” demişti. Faust, bilenler bilir, Allah’ı inkâr etmemişti, O’na isyan etmişti. Allah’ın insanlardan esirgediğini düşündüğü düzeni O’na rağmen tesis etmeye teşebbüs ettiği için, birçok kişiye göre, modern insanın arketipidir. Elinde ne olağanüstü teknolojiler ve ne de büyülü güçler vardı. Sadece, gönüllü olarak
Gençken parçaları anladığımda, bütünü zaten anlamış olacağımı düşünürdüm. Canın karaciğerde, böbreklerde, kalpte, beyinde olmadığını anlamam vakit aldı. Bütün bu organları anlamanın canı anlamaya kâfi gelmeyeceğini çok zor fark ettim. Toplumların da bir nevi canı olduğu, toplumu oluşturan fertlerin veya sosyal kesimlerin anlaşılmasıyla anlaşılamayacağı neticesine ise, nispeten kolay vardım. Gençken, bir bütünü meydana getiren unsurların her
Cem Karaca’nın “Hayatta hiçbir şeyim az olmadı senin kadar” deyişini her duyduğumda aklıma gelenlerden biri rahmetli dayımdır. Beni pek erken terk etti. Tadına doyulmaz o kısacık süre içinde bana bir ben daha kattı. Hatırladıkça burnumun direğini sızlatan hatıralar miras bıraktı. “Sana güneşi gösteriyorlar, sen parmağa bakıyorsun” demişti bir gün, bir yazar hakkında ileri geri konuşmama