Dünya, 60’ların başı itibariyle mühim bir faz değişikliği yaşadı. Sanayileşmiş ülkelerde ekonomi talep-çekişli olmaktan çıkıp arz-itişli olmaya başladı. O güne kadar ekonomi literatüründe bambaşka bir mana taşıyan ve son derece seyrek bir kullanımı olan bir kavram, yeni bir muhteva kazanarak literatürün merkezine doğru yola çıktı: Talep yetersizliği. Talep yetersizliği kavramının yaygınlaşmasının teknik manası aşikârdı, imalat
Ferruh ne vakittir Hakan Kaynar’ın Projesiz Modernleşme kitabından söz ediyordu. Kitabın arkasındaki emeğe müthiş saygı duydum. Kaynar’ın temel varsayımlarını bütünüyle paylaşıyorum. Buna mukabil, metodolojisi ve bazı çıkarımları konusunda itirazlarım var. Ama bugünün mevzuu o değil. Kaynar’ın kitabından da görüyoruz —gerçi, eğer istersek, kitaba ihtiyaç duymadan da hatırlayabiliriz— ki, Cumhuriyet, bütün Türkiye’yi ama en çok da
Faust, bir Orta Avrupa halk hikâyesi idi. Bütün halk hikâyeleri gibi, ortada onlarca versiyonu dolaşıyordu. Bütün versiyonların ortak paydası, dünyada istediğini elde etmek için ruhunu şeytana satanların başlarına, bu dünyada neler geldiği idi. Öbür dünyada değil, bu dünyada… Faust hikâyeleri insanlara, “ruhunuzu şeytana satmayın” diyordu. Yani? Evet, gönlünüzden neler neler geçiyordur ama kendinizi frenleyin. Sizi
Meslektaşlarımla İnternet üzerinden dünya ve Türkiye ahvalini tartıştığım dönemde, bir gün, “futbolcuların yaptığı şey, hepinizin yaptığından daha zor” mealinde bir laf ettiydim. Sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerinde, müstekbir ofislerde, sayısız yanlış karar veriliyor, her an. Sadece devletlerde de değil, hisse senetlerinin değeri ok gibi yükselen devasa özel teşebbüs kuruluşlarında da… Ama bu kararları, nasıl
Siyasette en yoğun gözlem yaptığım dönemde, 1995-97 arasında, MHP parlamento dışıydı. Ama —bana çok tuhaf gelen bir biçimde— MHP’lilerin canını, parlamento dışı kalmaları değil, medyada görünemiyor olmaları daha çok yakıyordu. Bana tuhaf geliyordu çünkü medyada görünemedikleri için bir sonraki seçimde de parlamento dışında kalacakları gibi bir korkuları yoktu mesela. Barajı zaten yine geçemeyeceklerini düşünüyorlardı —1999
Amerikan seçimleri gösterdi ki, Türkiye’yi ırgalayan sosyal gerilimler Türkiye’ye has şeyler değil. Türkiye’de esas fay kırığı, her şey kendilerine sorulsun isteyenler ile kendilerine bir şey sorulması gerekmeyenler arasında idi. Mezun olduğum lisenin ve üniversite bölümünün mezunlar listelerinde, İnternet üzerinden, yıllarca bu fay hattında biriken enerjinin tehdit edici olduğunu iddia edip durdum ve her şeyin kendilerine
Şimdi efendim, Fethullahçıların yegâne derdi Erdoğan’ı bitirmek, Rusya Büyükelçisini öldüren polis Fethullahçı, bu işi de Erdoğan’ın başına çorap örmek için işledi, Rusya Büyükleçisini öldüren polis memuru, 15 Temmuz sonrasında bilmem kaç defa Erdoğan’ın şovlarında görevliydi dediniz mi, mercimek kadar akıl sahibi olan herkes size kıçıyla güler. Memleketin kahir ekseriyeti öyle yapmıyor. O halde mercimek kadar
“Çok şey olacak” deyip duruyordum. Oluyor da… Ama bu, tahmin edebileceğim türden bir şey değil. Haberi aldığımda şoka uğradım. Rusya Büyükelçisinin Ankara’nın göbeğinde vurulmasından söz ediyorum. Üzerinde emniyetle konuşulabilir sadece iki husus olduğunu zannediyorum mevzu hakkında. Birincisi, Rusya’ya yine borçlandık. Düşürülen Rus uçağının ardından söylediklerimi, az çok benzer terimlerle tekrarlayabilirim. Türkiye ile Rusya’nın bölgedeki menfaatleri
15 Eylül 2009’da Akşam’da, Sel Üstü Az Siyaset başlığıyla şunları yazmışım: Kadir bey mahzun olmuş. Diğer partilerden geçmiş olsun dilekleri ve destek beklerken, sel üzerinden siyaset yaptılar diye… Hiç yakıştı mı siyasetçilere siyaset yapmak? Kadir beyin serzenişlerini, gördüğüm kadarıyla, yadırgayan olmadı. Galip ihtimal, yadırgadığım için ben yadırganacağım. Bu yadırgama/yadırgamama halleri de zihin haritamızın uydu fotoğrafıdır
Brecht’in Kafkas Tebeşir Dairesini bilir misiniz? Eski bir Çin hikâyesinden esinlenerek yazdığı oyunla bir yığın şey söyler Brecht. Ama ana hikâyenin oyuna isim olan tebeşir dairesinde kararlaştırılan emek-mülkiyet ilişkisi olduğunu söylemek herhalde abartı olmaz. Şöyle olur: Bir çocuğa bakan, onu büyüten Grusha, çocuğun biyolojik annesinin çocuk üzerinde hak iddia etmesi üzerine, bölgenin biraz çılgın yargıcı