Biliyorsunuz işte, Hürriyet gazetesi Karargâh Rahatsız başlığıyla bir haber yaptı ve karargâh kıyameti koparıyor. Biliyorsunuzdur, haberde ordunun siyasi iradeye ayar vermeye kalkıştığına dair bir ima filan yok, nerede kaldı darbe, marbe! Ama karargâh, Hürriyet gazetesini namlunun ucuna yerleştirdi, dövüp duruyor. Ne oluyor? Zamanında Hürriyet’in bile yapmayı içine sindiremeyeceği ölçüde bu çarpıtma gayreti, bu buyurgan eda,
Kızıma söyledim, size de söyleyeyim… Bana öyle gelir ki, Almanlar her kapıyı açacak bir maymuncuk arayıp dururlar. İngiliz/Amerikalılar ise bellerinde bir yığın anahtarın takılı olduğu kocaman bir askı taşımaktan rahatsızlık duymazlar. Her kapı için ayrı bir anahtar… Her biri ilgili olduğu kapıyı açmayı sürdürsün, mesele yok. Her birinin ayrı ayrı bakımını yapalım, kilide daha sürtünmesiz
Trump geçen hafta yaptığı mitingde “Dün gece İsveç’te ne olduğuna bakın, kim inanırdı buna?” demiş, İsveçliler İsveç’te ne olduğunu pek merak edip Büyükelçilikleri aracılığıyla sormuşlar. Eh, “ne oldu, söyleyin de biz de öğrenelim” kıvamında değil de “ne demek istiyorsun, biz de bilmek istiyoruz” diye sormuşlar ama itiraf edin çok eğlenceli bir faza geçtik. Herkesin kafası
Gönlümden neler yazmak geçiyor da, memleketin halleri bırakmıyor. Dün bir arkadaşım bir vesileyle aradı. Laf lafı açtı, bir ortak arkadaşımıza geldi. Telefonda konuştuğum arkadaş, “o vicdan sahibidir” dedi. Aralarında geçen konuşmada demiş ki mealen, “olup bitenler hiç yakışıklı şeyler değil ama Türkiye büyük bir taarruz altında, bu sırada onları gündeme taşıyıp safları zayıflatmak olmaz.” Beni
ODTÜ’de o tarihlerde 8-10 bin kişiydik. Herkesin siması herkes için aşinaydı yani. Bir sabah, yurtta boşalan iki yer için iki kişi geldi. Bizlerden en az 4-5 yaş büyük gibiydiler. Eşyaları filan yoktu. Geldiler. Selam vermeden, paltolarını bile çıkarmadan oturdular. Oturmadan önce paltolarının ceplerinden çıkardıkları birer dergiyi dolapların üstüne fırlattılar. Kendi aralarında fısıltıyla konuştular bir süre.
Bir manası olup olmadığını bilmediğim ama bir süredir sağda solda tekrarladığım tespitlerimi sizinle de paylaşayım. *** Şu anda memleketin siyasi zemini, 1999 ve 2002’dekini andırıyor. Çok kaygan. Daha önce defalarca işaret etmiştim, 1999’da seçmenin üçte biri, 2002’de yarısı yer değiştirdi. Şimdi de, mesela bugün yapılacak bir oylama ile iki ay sonraki arasında uçurumlar olabilir. Dolayısıyla
Önceki akşam bir restoranda yemek yedik. Biz restorana gittiğimizde birkaç masada CHP’li vekiller vardı. Bizden sonra çok sayıda CHP’li vekil daha restorana geldi ve içeri —sigara içilmeyen tarafa— geçti. Sonraki kısa süre içinde masamıza birçok vekil geldi, gitti. İçlerinden biri kamuoyu tarafından tanınan biriydi. Derken kalkmaya karar verdik. Bizim masadakiler kısa süreliğine izin alıp, içeri
Alper Görmüş’ü severim, sanırım daha önce söylemiştim. Ama Serbestiyet’teki son yazısı, bence, ona yakışmamış (http://serbestiyet.com/yazarlar/alper-gormus/hayir-icin-ikna-kampanyasi-kimi-hedef-almali-kimi-aliyor-763744). Bir defa yazının başlığı problemli, CHP’nin —veya başka bir partinin— işi ikna etmek mi? İkna kelimesini severdim —ama politika dışında. Erbakan o kelimeyi kullandığında tüylerim diken diken olmuştu. Sonra İstanbul Üniversitesindeki şu meşhur ikna odaları gündeme gelince… Neredeyse hiç kullanmamaya
İsmet Özel Tahrik şiirinin bir yerinde, “çiçek alıp eve götürüyoruz / bunun bir delilik olduğunu bile bile” diyor. Bahse konu olan Anayasa değişikliğinin muhtevası hakkında konuşmanın bir manası yok, çünkü savaş o meydanda yapılmıyor. Yani bir delilik, muhteva hakkında konuşmak —ama çiçek alıp eve de götürüyoruz işte… *** Aynı şiirde az önce Özel “elbiseler içindeyiz,
Fin Cumhurbaşkanı Trump’ın edepsizliğine bir laf etti mi bilmiyorum. Ama Türkiye’nin Genelkurmay Başkanının Kardak açıklarında istiskale uğramasına bir laf etmediğini biliyorum. Kıbrıs’ta uğranan hezimete… İsrail’in alay eder gibi, uzun aradan sonra İsrail’e giden ilk Türk Bakan oradayken, tam da o gün Gazze’yi bombalamasına… Ruslar Türk askerlerini vurduğunda, Ruslardan önce bizimkilerin “yanlışlıkla oldu, uf oldu, geçer”