Alacaklılar, Borçlular
Adı mühim değil biri, benim de dâhil olduğum bir WhatsApp grubunda aşağıdaki fotoğrafı paylaşmış.
Paylaşılsın diye böyle şeyler üretip duranlar var, anladığım kadarıyla. Ve bana muhtelif yerlerden yağanlara bakılırsa, bunları üretip duranların estetik anlayışları, liseye yollanmayıp eve kapatılmış ergen genç kız romantizminden ibaret.
Neyse, meselemiz bu değil. Lades nedir bilmeyen olabilir mi? Gençlerin arasında olabilir bir ihtimal. Eskiden, evde tavuk pişince, tavuğun lades kemiği, iddialaşmak isteyen iki kişi arasında kırılırdı. İddialaşanlardan biri diğerine bir şey —diyelim bir bardak su, bir çikolata veya herhangi bir şey— vermeyi başarırsa, iddiayı kazanırdı. İddialaşanların diğerinden bir şey almadan önce “aklımda” demesi durumunda ise, oyun devam ederdi. Günlerce, haftalarca sürebilirdi bu hadise, çünkü bazı insanların donanımları aldatmak ve aldanmamak hususunda uzmanlaşmış.
İmdi…
WhatsApp’a düşen diğer saçmalıklarla vakit kaybetmemeyi öğrendim. Ama yukarıdaki fotoğrafı görünce, bir an irkildim. İrkildim, çünkü telefonuna bu fotoğraf düşen muhtelif insanları düşündüm. Nasıl iç geçirdiklerini… Haletiruhiyelerine tercüman olduğu için bu fotoğrafı paylaşanlara duydukları minneti, filan. Kimisi dindar, kimisi Türkçü, bazısı sosyalist, öteki emekli, beriki daha ilk gençliğinde, kadınlı erkekli tanıdığım yüzlerce insanı, telefonuna bu fotoğraf düştüğü anda hayal ettim.
Ve…
İşbu fotoğrafın, daha önce yaptığım bir tasnif için eşsiz bir turnusol kâğıdı fonksiyonu görebileceğini teslim ettim.
Demiştim, bana göre insanlar ikiye ayrılır, borçlu olanlar ve alacaklı olanlar.
Kendisini dünyadan alacaklı hisseden, başka insanlardan alacaklı hisseden, her nedense hak ettiğini alamamış olduğunu hisseden ne kadar çok insan tanımışım. Adam —veya kadın— milletvekili olmuş, belediye başkanı olmuş, profesör olmuş, mal mülk sahibi olmuş, torun torba sahibi olmuş, olmuş da olmuş… Olduklarını hak etmiş mi, ediyor mu? Yani hemen yanındakinden bir fazlası var mı? Yok. Ama yine de, ağzını açınca, nasıl gadre uğradığını, aslında neleri hak ettiğini, cennet gibi bir ülkede, bir dünyada yaşamayı hak ettiği halde, her şeyin yolunda gittiği bir zaman diliminde —hangi dönemse o dönem— dünyaya gelmiş olsaydı kendisinden neler olacaktı olduğunu… Anladınız işte. Onlar, telefonlarına yukarıdaki fotoğraf düştüğünde…
Neyse…
Bir de diğerleri var. Kendilerini dünyaya, bilhassa da başka insanlara borçlu hissedenler. Ne etseler borçlarının ödenemeyeceğini hissedenler. Yaşadıkları yeri ve yaşadıkları zamanı yaşanmaya değer kılmak hususunda kendisine bir vazife düştüğünü varsayanlar.
İnsanları Türk-Kürt, kadın-erkek, dinci-laikçi, sosyalist-liberal filan diye ayırmak yerine alacaklı-borçlu diye ayırmanın çok daha “manalı” olduğuna sizi temin ederim. Etrafınızda ne kadar az sayıda alacaklı, ne kadar çok sayıda borçlu varsa, hayatınız o kadar zenginleşiyor. Alacaklılardan uzak durmakla, kendinize, kısa hayatınızda, büyük bir iyilik yapma şansınız var yani. Aksi halde, kanınızı emiyorlar, doymuyorlar. Siz borcunuzu ödediğinizi düşünürken, borcun arttığını görüyorsunuz.
Dört yanınız Erdoğanlarla çevrilmiş gibi yani…