Ali
Dün “Türkiye’nin millet sorunu yok, devlet sorunu var” diye bitirdim ama o kadar da değil.
Erdoğan Ali’nin cenazesine katılmak için Amerika’ya gidecekmiş. Yeğenim “gece yarıları kalkıp Ali’nin maçlarını seyrederken ne hissediyordunuz” diye sordu. Merak ettiği, rahmetlinin zenci olmasının, Vietnam savaşına karşı çıktığı için başının derde girmiş olmasının filan gündemimize girip girmediğiydi. O anda fark ettim ki, hayır, ne zencilerin, ne Vietnamlıların ve ne de zaten başkalarının başına gelenler umurumuzda değildi. Ali Müslümandı ve gece yarıları kalkıp dualar ederek Ali’nin maçını seyredenlerin biricik derdi Müslümanların gördüğü zulümdü.
Ama ne zulüm!
Ali Foreman’ı perişan etmişti. Ama Foreman onun hakkında “Ali için ‘bütün zamanların en büyük boksörü’ demek haksızlık olur, o daha fazla bir şeydi” diyebilmişti. Foreman Ali’ye baktığında —çok yakından, bir ringin içinden bakmıştı— bir Müslüman görmüyordu. İşini çok iyi yapan, profesyonel boksu —boksa pek de alaka duymayan kitleler için de— kayıtsız kalınamayacak bir gösteri haline getiren bir sanatçı görüyordu. Türkiye’de Ali’ye bakanlar sadece bir Müslüman gördüler. Hâlâ da öyle görüyorlar. O yüzden cenazesine gidiyorlar.
Ali’nin başına, Müslüman olmuş olması yüzünden hiçbir şey gelmedi. Ali’nin başına gelen hiçbir şey Müslümanlığı seçtiği için gelmedi. Ali’nin başını derde sokan şey, eğer Ali değil de sıradan bir Amerikalı yapsaydı, onun başını çok daha feci derde sokabilirdi. Beyaz ve sıradan bir Amerikalının da… Ali ucuz yırttı. Yırtılabilecek kadar ucuz. Çünkü Ali, vasıfları olan bir adamdı. Ve Amerika, vasıfları olanların kayırıldığı, vasıfları olmayanların da bu kayırmayı problem etmediği bir ülke. O vasıfları olan adam zenci olsa da, Vietnam savaşına gitmeyi reddetse de, Müslümanlığı seçip din değiştirmiş olsa da…
***
Ali’nin cenazesine gidip Müslümanlık gösterisi yapacak olan adam ise vasıfsız bir adam. Vasıflı olan herkesten fena halde kıllanan bir adam. Yegâne vasfı, diliyle “ben Müslümanım” diyor olması. Bu vasıftan gayrı her vasfa düşman. Ama Müslümanlığı da, sonradan Müslüman olan Ali’nin Müslümanlığının yanında…
Ali, maçtan önce öyle beyanat verdiği için, altı raunt boyunca Foreman’ın kendisini pataklamasına izin verdi —elbette fazla hırpalanmadan. Sonra Foreman’ı dövmeye başladı ve çok geçmeden de devirdi. Foreman savrularak düşerken, neredeyse herkes Ali’nin tamamen müdafaasız Foreman’a son ve öldürücü bir darbe daha vurmasını bekledi. Ali de kolunu hazırlamıştı ama son anda vurmaktan caydı, Foreman’ın koca gövdesinin devrilişini ciddiyetle izlemekle yetindi. Çaresiz kalmış hasmına vurmamak herhalde sadece Müslümanlığa has bir centilmenlik değil ama hangi Müslümana sorsanız Müslümanlığa da yakıştırırlar. Lakin, dilinden Müslümanlığı düşürmeyen Erdoğan’ın öyle incelikleri yok.
Herhangi bir inceliği yok zaten. Almanya’ya “delikanlı ol ciğerimi ye” derken bunun Kasımpaşa jargonu olduğunu söylüyor mesela. Kasımpaşalılar sahiden öyle midirler, yoksa o da mı laftan ibaret bilemem ama delikanlılığın, sokak kabadayılığının bile bir adabı var. Mesela Cumhurbaşkanlığı makamında oturup kanunla korunuyorken, elinde hiçbir gücü olmayan insanları rakip görüp, onların üzerine emir erin haline getirdiğin yargıyı salamazsın. Çocuğunu kaybetmiş bir anneyi miting meydanlarında yuhalatamazsın. Filan.
Eh, Erdoğan’ın delikanlılığı bu kadar. Sadece âleme ders verecek kadar. Müslümanlığı da, görünen o ki, farklı bir sıklette değil.
***
Neyse, derdim hasbelkader memleketin Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden bir zavallının psikolojik tahlilini yapmak değil. Derdim, bugün Erdoğan’ın delikanlılığa ve Müslümanlığa sığmaz işlerini görüp dururken onun arkasında istiflenenlerin, dün de, Ali için dualar ederken, onun ne yaptığını anlamıyordu olmaları. Ali’nin onlar için mühim olan biricik vasfı, “ben Müslümanlığı seçtim, artık adım Ali” demiş olmasıydı. Başka hiçbir şey bilmiyorlardı Ali hakkında, boks hakkında, Ali’nin boksa yaptığı katkılar hakkında… Ali’nin başının neden derde girdiğini de bilmiyorlardı. Herhangi bir şeyi de merak etmiyorlardı. Ali Amerika’da değil de Türkiye’de yaşasa ve mesela Kore’ye gönderilmeye itiraz etseydi, hep birlikte Ali’yi linç ederlerdi, ne tür vasıfları olduğuna bakmaksızın. Üstelik “ben Müslümanım” demesi de kurtaramazdı Ali’yi onların elinden. “Değilsin” diyen bir fetva alırlardı salağın birinden ve…
Yani, görünen o ki, ülkenin bir millet sorunu da var.
Ama…
Erdoğan ve çetesi, büyük yağma için icazet almak üzere milletin karşısına ilk çıktıklarında, “her türlü zulme karşıyız” dediler. Ermenilerle, Dersim’le, Kürtlerle, dünyanın başka yerlerinde zulüm gören herkesle bir tür empati kuruyormuş gibi göründüler. Öyle görünerek aldılar kendilerini iktidar yapan oyu. Yani, Ali’yi seyrederken sadece kendi maruz kaldıkları zulmün intikamı alınıyormuş gibi tatmin olan yığınlar, pekâlâ, kendilerinden başkalarının gördüğü zulme de itiraz edebileceklerini gösterdiler.
Millet, ancak bu kadarını yapabilir. Ondan sonrası siyasetin işi. Siyaset, kendisinden başka hiç kimseyi düşünmemeyi öğrenmiş, kendisine dokunmayan yılanı görmezden gelen ahaliyi, pekâlâ, kolaylıkla, zulme kategorik olarak karşı çıkan bir millet haline getirebilirdi. Erdoğan ve çetesi tam tersini seçti. Ahaliyi yeknesaklaştırmaya heves etmiş, itirazları bastırmak için “biz emperyalizmin tekerine çomak soktuğumuz için bizi sevmiyorlar, hepsi tetikte, Sevr’i canlandırmak için fırsat kolluyorlar” zırvalığını ezber etmiş bir zulüm düzenine karşı, “biz İstanbul’u fethettiğimiz için bizi sevmiyorlar, İstanbul’u geri almak için fırsat kolluyorlar” zırvalığını koydular.
***
Neticede…
Boksu sevmem. “Sevmem” demek herhalde hafif kalır, herhangi bir boks maçının görüntülerine —diyelim kanal değiştirirken— birkaç saniye maruz kalırsam içim kaldırmaz. Ali’yi de seyretmedim —Kinshasa’da Foreman’la yaptığı maçın sekizinci raundu hariç. Ama Ali’nin ne manaya geldiğini biliyorum. Dört yüzyıldır Ali ayarında bir sporcu, sanatçı, bilim insanı, düşünür çıkaramamış bir toplumun Ali için gece yarılarında kalkıp televizyon başına geçtiğinde, “bizde neden Ali çıkmıyor” diye sormaya ihtiyaç duymamasını da anlıyorum. Ama kendi alanında hikâyeyi yeniden yazan, boks gibi olayı dünyanın en uzak köşelerinde insanların gece yarılarında kalkıp kendisini seyretmesine yol açacak hale getiren insanlar yetiştirememişsen… Sen el parasıyla köprü yap, havaalanı yap.
Kıskansınlar seni.
Sevsinler.