Aliler ve Eğitim
Ali Babacan Ali Nesin’i misafir etmiş.
Ali Nesin hakkında hiçbir şey bilmem. Yargılarına güvendiğim birkaç kişi var ki, Ali Nesin’e toz kondurmazlar. Dolayısıyla, dolaylı bir hürmetim vardı kendisine. Babacan’ın bu videolarla ne yapmaya çalıştığını da anlamak istediğimden, Ali Nesin’in misafir olduğunu görünce tereddütsüz açtım videoyu. Açmaz olaydım… (Zaten yarısına kadar ancak katlanabildim.)
İmdi…
Eğitim gibi bir meselemiz varmış. Bu mesele hakkında kimle konuşulur? E, evet. Bence de Ali Nesin “kışkırtıcı” bir alternatif. Ali Nesin de görüşmeye hazırlıklı (!) gelmiş. Elli yıl önceki eğitim istatistiklerine bakmış. Bugünkülerle kıyaslamış. Okul sayısı, üniversite sayısı, öğrenci sayısı ve saire… Aman Allah’ım! Ömrü en çok dört yıl olan siyasi iktidarlar, bu elli yıldaki değişimi öngöremezlermiş. O halde… Eğitim mevzuu, siyasilerin etki alanından çıkarılmalıymış. Yani hani nasıl özerk Merkez Bankası filan var, öyle bir heyet eğitime yön verecek, filan.
Açık söyleyeyim, tüylerim diken diken oldu.
Mevzu tüketilebilir bir şey değil. Birkaç cephesine bakmaya çalışacağım. Bakmaya değdiğini düşündüğümden değil, Ali Nesin gibi biri bu kadar pervasızca dile getirebildiğine göre, tehlike zannettiğimden yakın ve büyük diye hissettiğimden…
Bir defa…
Elli yıl önce, diyelim ki siyasetten kaçırılmış, dönemin Ali Nesinlerinden müteşekkil bir heyet oluşturulabilmiş olsaydı, hepsi de Nesin kadar akıllı ve bilgili olsaydı, bugünlerin eğitimi hakkında nasıl bir öngörüde bulunacaklardı? Bir öngörüde bulunmayı nasıl becereceklerdi? Bugün mesela gayrı-siyasi bir heyet oluşturulsa —Nesingillerden müteşekkil bir heyet— elli yıl sonrasının eğitimi hakkında nasıl bir öngörüde bulunacaklar ve o öngörüyü nasıl imal edecekler?
Elli yıllık geleceğin sahiden öngörülebilir olduğunu zannetmenin ne kadar budalaca olduğu bir yana. İdeolojilerden bağımsız bir öngörünün mümkün olmadığını mı tartışacağız bu saatten sonra —hani gençlerin sevdiği tabirle, “yıl olmuş 21. Yüzyıl”…
Diyelim ki elli yıl önce bir araya geldiler ve Türkiye’nin bugünlerde şu kadar şehirlileşmiş, şu kadar sanayileşmiş, nüfusu şuraya yükselmiş bir toplum olacağını da hassasiyetle tahmin etmiş olsunlar. Peki, o heyetin bugünler için öngördüğü eğitim sistemi nasıl bir şey olmalıydı? Eğer öyle olsaydı, Türkiye bu kadar şehirlileşmiş, bu kadar sanayileşmiş olacak mıydı? Bunlar birbirinden ayrıştırılabilir dinamikler mi? Bu kavrayış nasıl bir kafanın ürünü?
Şöyle mi yapmak gerekirdi? Şehirlileşme ve sanayileşme konularını da dört yılda bir seçilen siyasilerden kaçıracak heyetler kurup…
Faşizmin dik alasını vazediyor Ali Nesin. Bence yetmez, mesela çocuklar da, daha önce hiç anne baba olmamış, anne baba olmayı bilmeyen insanların elinde kalıyor. Çocukları da doğar doğmaz toplayıp, uzmanların ellerine teslim edelim.
Sorsan memleketin en demokrat aydınlarından biri bu lafları ediyor. Sorsan memleketin en demokrat siyasetçilerden biri onu onaylıyor, kendisinin uluslararası muhatapları ile yaşadığı anekdotlar paylaşıyor ve ne kadar makbul ve tecrübeli biri olduğunu —güya çaktırmadan— gözümüze sokuyor. Ama kafalar ne güzel.
Diyor ki Nesin bir yerde, mealen, “memleketi mühendisler yönetiyor, o da yanlış” filan. Sonra sen gel, değme mühendisten daha mühendisçe böyle lafları et. İki Alilerin kafalarındaki toplum, aşikâr görünüyor ki, bir proje ürünü. Meselenin öngörebilirlik/öngörülemezlik veya sosyal dinamiklerin dolanıklığı filan gibi problemleri dışında, bir de böyle bir yanı var. Ortada bir toplum var ve onun ne üreteceği, dışarıdan, bir takım akıllı insanlar tarafından belirlenmeli. Toplumla işleri yok, bir fabrika olarak toplum tasavvuru var kafalarında. Girdisi şu. Çıktısı? Hmm, bakalım elli yıl sonra ne olmasını istiyoruz?
İnsanın sahiden tüyleri diken diken oluyor. Bu kadar cahilce, faşistçe lafların, bu kadar prestijli özneler tarafından, bu kadar fütursuzca dile getirilebiliyor olması, değme faşistlerin bile becerebileceği şeyler değil. Yani meselemiz sadece lafların cahilce olması değil, bu kadar aymazca paylaşılabiliyor olması da ayrı bir problem. Esas ürkütücü olan da bu.
Eğitimin problemleri var mı? Var. Her problemli alanı siyasetten ve —dolayısıyla— toplumdan kaçırıp, bir takım bilgili insanların eline proje olarak vererek mi çözeceğiz? Böyle çözülmüş bir tek —tekrarlayayım, “bir tek”— problem var mı yeryüzünde? Her problemli alanı öyle çözmeyeceksek, eğitimi neden öyle çözeceğiz? Hangi problem dört yıllık perspektifle çözülebilir? Alternatif olarak, problemleri siyaset dışına itmek yerine, seçimleri elli yılda bir yapsak?
Yahu ta 1970lerde aşmış olmamız gereken kavrayışları 2020lerde hâlâ laf diye konuşabiliyor olduğunuza bakınca… Nasıl bir dünyada yaşıyorsunuz siz?