Amerikan İç Savaşı: Trump Müesses ABD’ye Karşı

Büyük resim görücüler demişti, ABD’nin istediği olur.
Eh elinde dünyanın dört bir yanında meşum operasyonları müthiş bir performansla planlayıp gerçekleştiren bir CIA varsa, dünyanın her ülkesinin başına istediğini getirip yerleştirebiliyorsan, bugünleri ta kırk yıl önceden planlamışsan, şimdi de yüz yıl sonrasını planlıyorsan… Kim tutar seni, öyle değil mi!
Öyle bir ABD, öyle bir CIA yok. Belki elli yıllık, yüz yıllık planlar var ama elli yıl önce yapılmış planların her biri, aynı elli yıl içinde yüz elli kere revize edildi. Vee… Gerçeklik son revizyona da uymadı.
Mesele zaten öyle bir ABD, öyle bir CIA olmaması değil, öyle bir dünya yok. Ama öyleymiş gibi yapmak konforlu. Görüyorsun büyük resmi, oturuyorsun klavyenin başına, döktürüyorsun. Sonra yazdığını okuduğunda, dört başı mamur bir casus romanı gibi görünüyor. Kendine, dünyayı kavrayışına hayran kalıyorsun. Başını huzurla yastığa koyuyorsun.
Öyle bir dünya, dolayısıyla öyle bir ABD yok. Nasıl bir ABD var? İçinde, menfaatleri birbirleri ile çelişen sayısız sosyal kesim olan bir ABD var. Genç yaşta kendi politik kariyerini o sosyal kesimlerin biriyle irtibatlandırarak kendisine gösterişli bir hayat kurmaya heves eden insanları var. O insanlar, tabii olarak birbirleri ile rekabet ediyorlar. Bazıları yarışı daha başta kaybediyorlar. Bazıları filanca eyaletin senatörü olmaktan daha ileri gidemeyeceklerini zamanla idrak ediyorlar. Bazıları daha büyük hayaller kuruyorlar. Filan.
Tanıdık geldi mi? Eğer büyük bir şirkette çalışıyorsanız, tanıdık gelmiştir. Diyelim Filanca Holdingde çalışıyorsanız, holdingin içinin böyle olduğunu bilirsiniz. Dışarıdan bakana yekpare görünür ama çimento sektöründeki kolunuz ÇimFi ile otomotiv kolunuz OtoFi, öyle dışarıdan zannedildiği gibi koordine filan değildir. En tepedekiler, ümitsizce, aşağıdan gelen talepleri uzlaştırmaya çalışır, hemen herkesle papaz olurlar. Tesisleri yönetenler üst yönetimden hiç memnun olmazlar. Filan.
ABD’de, her devlette olduğu gibi, sayısız klik vardı/var. O kliklerin hiçbirinin gücü Başkanın kim olacağını belirlemeye yetmez. Dolayısıyla dünyayla kurdukları ilişki, “şu Başkan olursa hayatım rahat, onu Başkan yapmak için ne yapmam lazım” sorusu etrafında şekillenmez. Başkan belirlenir, “bu Başkanla işleri nasıl yürüteceğim” sorusu etrafında şekillenir.
(Esasen ABD’nin dünyanın başka yerlerindeki operasyonları da aynı biçimde şekillenir. “Erdoğan Başkan olsun” diye uğraşmazlar. Erdoğan Başkan olur, “ona istediğimizi nasıl yaptırırız” diye kafa yorarlar. İstediklerinin doğru şeyler olup olmadığı ayrı, istediklerini ne ölçüde yaptırabildikleri ayrı… Netice itibariyle her öznenin kendi özerkliği var ve her öznenin, yani ABD’nin de, özerkliği sınırlı. Başkalarının özerkliğiyle ve marifetiyle sınırlı.)
ABD’nin klikleri, tıpkı sizin gibi, hiçbir şeyi, hiçbir özneyi mükemmel bulmazlar. Ama herhalde 2016’daki kadar da içleri sıkışmamıştır. Ne Trump’ı ne de Clinton’ı içlerine sindirememişlerdi. Yine de bazıları birinin, başkaları diğerinin yanında konumlandılar. Çoğunluğu ise seçimlerin neticelenmesini bekledi. Trump seçildi. Çok geçmeden devletin içindeki kliklerin hemen hepsi ile Trump arasındaki makas genişlemeye başladı.
Devletin içinde Trump’ı –Trump olduğu, Trump gibi davrandığı için değil, temsil ettikleri kesimlerin menfaatleri için– destekleyenler var. Ancak Trump, tarzıyla ve başka sebeplerle elde edilen menfaatlerin maliyetlerini giderek yükseltti. Yanındakiler azaldı, karşısındakiler çoğaldı. Farklı sebeplerle Trump’a karşı olanlar, Trump’a karşı olmak paydasında birleştiler.
Buraya bir parantez açmak gerekiyor. Türkiye’de yaşayan hemen herkesin aklına, karşı olduğu siyasi özneyi, bir fırsat denk gelirse derdest edivermek gibi kestirme çözümler geliveriyor. Adam Ruslarla netameli ilişkiler içinde seçilmiş, hakkında soruşturmalar yapılmış, filan. Madem karşısın Trump’a, neyse yargıcın fiyatı ödersin, çekersin Trump’ın ipini. Eh, Avrupa, ABD filan gibi yerlerde işler öyle yürümüyor. Bugün sen şike yaparsan, yarın da ötekinin şike yapmasının yolunun açılacağını biliyor herkes. Maçı kazanmak mühim ama maçı sahada kazanmak mühim. İşin bu yanını Türkiye’de anlamak ve anlatmak zor ama siz anladınız…
Bugüne geldiğimizde, ABD’nin içinde iki farklı odak netleşti. Esasında her daim çok sayıda odak olur, yukarıda dedim. Ama Trump işi “bitaraf olan bertaraf olur” demeden oraya taşıdığı için, odak sayısı azaldı ve odaklar sadeleşti. Dün Türkiye’ye gelip önce muadilleri ile ve sonra da Erdoğan ile görüşen heyette, her iki odaktan insanlar vardı. Ama heyetin ağır topları Trump karşıtı cephenin adamlarıydı: Pompeo ve Pence.
Niye geldiler?
Trump’ın bozduğunu tamir etmeye geldiler. Ne kadar tamir edilebilirse o kadar… Öncelikleri de Türkiye’yi harekâttan vaz geçirmekti. Türkiye’ye düşmanlık filan besliyor değiller. Aksine, kendi açılarından bakıldığında, Türkiye’ye dostlar, Türkiye’yi kendi taraflarında, Batı blokunda tutmayı istiyorlar. NATO’da tutmak istiyorlar. Ve saire… Kendileri bölgeden çekilirken Rusya ve İran’ı dengeleme işini İsrail ile birlikte Türkiye üstlensin, yani Türkiye daha güçlü bir bölgesel odak olsun istiyorlar.
“Ay, bizi bizden çok seviyorlar” filan diyor değilim. Muhtemelen sevmiyorlardır. Kimsenin kimseyi sevmesi gerekmiyor ve bizim için iyi şeyler istiyorlarsa, bizi sevdiklerinden değil. Rusya ve İran’ın bölgede kendileri aleyhine güçlenmesini istemediklerinden. Biz çok güçlensek, bizi dengelemek için İran’a destek olurlar mesela.
Eh, Rusya ve İran da bizi çok istiyorlar. Batı blokundan kopalım, NATO’dan çıkalım. Patriot ve F-35 almayalım. Ne yapalım? S-400 ve Su-57 alalım. Yani? ABD’den ve Batı blokundan uzaklaştığımızda, sınırsız özgürlüklerin olduğu bir boşlukta, kendi başımıza, tam bağımsız filan yaşayacak değiliz. Görüldüğü gibi ABD veya Rusya da öyle değiller. Bize bağımlılar en azından.
Tanıdık geldi mi?
Gelmiş olmalı. Her birinizin hayatı böyle. Siz de ekmek aldığınız bakkalı sevmek zorunda değilsiniz. Şu bakkaldan değil de bu bakkaldan ekmek aldığınızda, ötekine düşmanlığınızdan değil. Ama kendisinden ekmek almadığınız bakkal, sizi kendisinden alışveriş etmeye razı etmeye çalışır. Sizi çok sevdiğinden değil.
Neyse…
Trump’ın bozduğunu tamir etmek, Türkiye’yi harekâttan vazgeçirmek için Ankara’ya gelen heyet Ankara’ya vardıktan birkaç saat sonra, bildiğiniz mektup sızdırıldı. Kim sızdırdı? Galip ihtimal Trump sızdırdı. Neden sızdırdı? Erdoğan’ın geri çekilmesini zorlaştırmak için sızdırdı. Yani? Ankara’ya gelen ABD heyetinin misyonunu baltalamak için… Tekrarlayayım, ABD heyeti ABD Başkanının bozduğunu tamir etmek için Ankara’ya gelirken, ABD Başkanı ABD heyetinin misyonunu baltalamak için Erdoğan’a yazdığı mektubu basına sızdırdı.
Yani?
Monoblok bir ABD yok.
Ta ayın 9’unda yazılmış mektup neden 16’sında sızdı? Eğer Pompeo ve Pence Ankara’ya gelmeseler, muhtemelen sızmayacaktı. Sızdırıldı ve Erdoğan, eğer geri adım atarsa, “Trump’ın sert üslubundan ürktüğü için geri adım attı” durumuna düşsün istendi. Bonus olarak da Erdoğan’a geri adımı attıran Pompeo ve Pence değil Trump olsun diye…
Erdoğan, görünüşe göre, mezkûr heyetle görüşmeyecekti. Besbelli birileri araya girdiler. Muhtemelen dün Trump’ın Kongrede aldığı ağır yenilgi de müessir oldu, Erdoğan görüşmeye razı geldi. Bildiğiniz mutabakat sağlandı. Trump kaybetti, Erdoğan kaybetti, ABD kaybetti, biz kaybettik. Ama ABD içinde bir heyet, ABD’nin kaybını kontrol altına aldı.
Bilmiyoruz, Trump ile Putin arasında nasıl bir pazarlık vardı. ABD ile Rusya arasında nasıl bir pazarlık vardı, onu da bilmiyoruz. Mevcut konjonktürde Rusya’nın eli, bundan birkaç yıl öncesine kıyasla ciddi ölçüde güçlenmiş oldu. ABD’nin müesses nizamı Rusya’nın elinin güçlenmesinden kaynaklanan dengesizliği gidermek için neler yapabilir, bilmiyoruz.
Şöyle bir benzetme uygun olabilir belki. Diyelim ABD ile Rusya, bundan üç yıl önce, maçın 2-2 berabere bitmesi hususunda anlaşmışlardı. Ama her iki taraf da biliyordu ki, maç oynanırken beklenmedik şeyler olacak, maç 2-2 bitmeyecek. Her iki taraf da, anlaşmış oldukları halde, karşı tarafın açıklarını kolluyordu. Anlaşmayı yaptıklarında durum 0-0 idi. On gün önce 1-1 idi. Şimdi Rusya 2-1 öne geçti. Yeniden masaya oturulduğunda 2-2’ye razı gelmeyebilir. ABD tarafı ise 2-1’e razı gelebilir, yeter ki iki oyuncularının kırmızı kart görmesi yüzünden sahada zayıflamalarından istifade Rusya durumu 3-1, 4-1 yapmaya kalkmasın.
Bu hususlarda elimizde malumat yok, bilmiyoruz.
İlaveten bilmiyoruz, Trump’ın yanında saf tutan klikler ne kadar güçlü. Yanında oldukları Trump’tan çok da memnun olmayabilirler ve şimdi yaralanmış Trump’ı kontrolleri altına alabilecekleri düşündükleri için Trump’a daha sağlam payandalar icat edebilirler. Trump’ın karşısındakiler olmayacak hatalar yapabilirler. Filan.
Ama şunu biliyoruz, bu raundu Trump kaybetti. Toplamda ABD de kaybetmişti, ABD’nin kaybının faturası Trump’a ödetildi. Şimdi herkes, bilmem kaç yıl önce yapmış oldukları, bilmem kaç defa revize ettikleri planlarını bir yana koyup, mevcut durum üzerinden yeniden bir oyun kurmaya çalışacak.
Herkes?
Kılıçdaroğlu ve CHP’si hariç herkes demek istedim. Onların, 1923’te ulu Atatürk tarafından yapılmış bir planları var. Nasıl bir plan? Bugünkü şartlar için ne öngörüyor? Orası meçhul. Plan kutsal bir kasada saklanıyor. İktidara gelirlerse, geldiklerinde törenle açacaklar ve ne yapacaklarını öğrenecekler.
Kalan herkes, yani Olympos sakini CHP dışındaki bütün faniler, mevcut duruma göre pozisyon belirlemeye çalışacak. Eh, takdir edersiniz ki, öyle her şarta göre pozisyon belirlemek filan, dönekliktir. Dünyanın mevcut hallerini hesaba katıp bir hamle planlamak gibi şeyler tanrılara yakışmaz. CHP ta fi tarihinde, Suriye’de iç savaş çıkmadan önce hangi hamleyi planladıysa, hâlâ o hamlenin arkasında.
Neydi o hamle?
Hamlesizlik.
Köy Enstitüleri kapanmayacaktı, sendikalar hâlâ güçlü olacaktı, öyle her ile bir üniversite açıp diplomalar ucuzlatılmayacaktı, diploma tekelini ellerinde tutacaklardı ki görecektiniz siz CHP’yi.