AP Seçimleri
Avrupa Parlamentosu seçimleri tamamlandı.
Doyurucu, mukayeseli istatistiklere ulaşmak zor. Anlaşılan o ki, kimsenin neler olup bitiyor olduğunu anlamaya ihtiyacı yok. Herkes bildiği oyunu oynamakta ısrarcı.
***
Kıyamet yaygarası yapmadan dünyayı anlayamayacağı anlaşılan malum kesim, seçimlerden önce yine bir kıyamet senaryosu pazarladı. Anlaşılan o ki bir defa daha kıyamet kopmadı. Seçimlerden önceki alarm zilleri geçmiş yıllardakilere kıyasla daha düşük hacimde kalmıştı. Sandık sonuçlarının kendilerini doğrulamaması umurlarında olmadı, yine “işte biz demiştik” edasıyla bağrışıyorlar. Ama gürültülerinin hacmi de geçmiş yıllardakilere kıyasla düşük.
Kim bu kıyametçiler? Ne diyorlar?
Kabaca söyleyecek olursak, dünyanın seksenlerden bu yana yaşadığı dönüşüme uyum sağlamakta daha başarılı olan kesimler bunlar. Medyayı büyük ölçüde ellerinde tutan, kültür-sanat alanında hâkim olan, metropollerin seçkin mahallerinde mukim, daha eğitimli, daha yüksek değilse bile daha güvenilir gelire sahip insanlardan söz ediyoruz. Zaten “dönüşüme uyum sağlama” kapasiteleri de, büyük ölçüde bu vasıflarından, yani sistemin kendileri gibi olanlara iltimas geçecek şekilde tasarlanmış olmasından kaynaklanıyor. Yoksa, mesela daha geçerli bir diplomaya sahip olmaları daha çok katma değer ürettikleri ve/veya problemlere daha sağlıklı bir açıdan yaklaşabildikleri manasına gelmiyor. Zenginliğin artmasına bir katkıları yok ama kendi paylarını sarsıntılara karşı korumak konusunda fevkalade mahirler. Kendileri kadar korunaklı plazalara sığınamayanların itirazlarına da “ah ama göçmenler de insan, çevreye de çok kötü davranıyoruz, ilaveten demokrasi de çok elzem” filan diye cevap veriyorlar —cevap sayarsanız. Demokratlar yani. Ama demokratlıkları, başka önceliklere, başka siyasi tercihlere sahip olanlara cüzamlı muamelesi yapmalarına mani değil. Dolayısıyla, “aman Allah’ım geliyorlar” diye çığrışmaları demokratlıklarına halel getirmiyor. Kendilerinkinden farklı öncelikleri olanları sandıkta yenmek için bir programları filan da yok. Çünkü —en başta dediğim gibi— herhangi bir şeyi anlamaya çalışmadıkları için, başlarına geleni de anlamış değiller. Anlamamış olmaları adlandıramayacakları manasına da gelmiyor. Mesaj üretme gücü —neredeyse tekel sayılabilecek bir biçimde— ellerinde olduğu için, “aşırı sağ, popülizm, kimlik siyaseti, faşizm ve saire” diye etiketleri uluorta yapıştırıyorlar sağa sola ve kendileri “demokratlar”. Kimliklerine —şimdilik— uygun gördükleri etiket, demokratlık. Kimlik siyasetinin daniskasını yapıyorlar yani.
Peki, ne diyorlar? Kıyamet geliyor. Eli kulağında. Gelmesin.
E, peki gelmesin. Gelmemesi için ne yapılması lazım? Artık her ne yapılması lazımsa, bu hanımlara ve beylere bir görev düşmemeli. Onlar zaten kıyametin geliyor olduğunu tespit etmişler. Bütün dezavantajlı özneler için de ağıtlar yakıp duruyorlar. Plazalarda o manasız iş yükünün altında ezilmişler. Artık her ne yapılacaksa, bir zahmet, başkaları yapsın. Kendileri seçimlerin kazanılması için ne gerekiyor olduğunu bilmiyorlar, birileri bir şeyler yapsın, karşılarındakiler kaybetsinler.
Yıllardır aynı terane. Bunca süre içinde herhangi bir dişe dokunur laf etmediler. Yine de her şeye hakları olduğundan şüphe etmiyorlar. Ama şu son seçimlerde bir defa daha gördük ki, enerjileri mütemadiyen eriyor. Biraz yalancı çobanlıktan, biraz hiç hak etmedikleri imtiyazların hakkını vermek için zerre çaba harcamayıp imtiyazlarını imtiyaz sahibi olmanın gerekçesi olarak sunmalarının saçmalığının gizlenmesinin gün geçtikçe güçleşmesinden, biraz da yaşlanıp ölüyor olmaları yüzünden —muhafızlığını yaptıkları sistem gençlere onların gençliğindeki kadar cömertçe imtiyaz dağıtamıyor.
***
Seçim sonuçlarının Avrupa genelinde nasıl yorumlandığı hakkında bir fikrim yok. Ama Türkiye’nin çokbilmiş tayfasının bir bölümü, tam da yukarıda tarif ettiğim koroya eşlik etti. Öteki bölüm, daha cahil olduğu halde daha da küstah olan reziller ise, “gördünüz işte, göçmenler Avrupa’yı dağıttı” diye bayram ediyorlar.
Budalalar sürüsü, bir yandan Avrupa’ya göçenlere karşı açıkça ırkçılık yapıyorlar. Açıkça aşağılık kompleksinden mamul, Avrupa’nın kıçını yalayacak kadar zavallılar. Türkiye neden Avrupa’ya benzemiyor da Ortadoğulu diye kahırdan geberiyorlar. Öte yandan, o taptıkları Avrupa’nın aşağıladıkları Ortadoğulular ve Afrikalılar tarafından perişan edildiğini, seçimlerin de bu sebeple aşırı sağın zaferiyle sonuçlandığını varsayıp zevkleniyorlar.
Bir defa… Ortada öyle bir zafer yok. İkincisi, meselenin taşıyıcı aksı göçmenler değil. Göçmenler elbette gündemin kocaman bir bileşeni ama tayin edici olan bileşen değil. Daha doğrusu tayin edici herhangi bir bileşen yok, kompleks bir meseleyle karşı karşıyayız. Ama ırkçı bir mahlûkun herhangi bir çok bileşenli mevzuu kavraması mümkün olmadığından, o cenahla konuşmak imkân dışı. Manyağın biri “marş” diyecek, kaz adımlarıyla uygun adım yürüyecekler ve düzenin tesis edilmiş olduğuna inanacaklar… Neyi konuşacaksın bu zavallılarla!
***
Biz bize konuşacak olursak…
Mevzuu plaza ahalisinin icat edip etrafa pislediği kavramlarla kavrayamayız. Eğer o kavram haritasının içinden konuşmayı sürdürüp duracak olursak, adları aşırı sağ mı olur bilemem ama ikinci gruptaki yamyamlar sadece göçmenleri değil, hepimizi, insana dair binlerce yıl boyunca biriktirdiğimiz ne varsa her şeyi ham yapacaklar.
İmtiyazsız bir dünyayı hayal etmem zor. İmtiyazların hak edildiği, herhangi bir kimlikten devşirilmediği, herhangi bir kimlikten imtiyaz devşirmenin tabii bir şeymiş gibi algılanmadığı bir dünya ise o kadar imkânsız değil.
Öyle bir dünya, yeni bir dünya yapmak gerekiyor.
Sevgili AFT, bu itiraz senden gelince, açıkçası şaşırdım. Gezi’de “burada bir şey var” deyip sahaya inen bir asistan, derste uçuk görünen bir fikrini dile getirmeye çalışan bir öğrenciyi, fikir anaakım görüşe aykırı göründüğü için alaya alırsa söz temsili, “ama Gezi’deydi” diye makul mü göreceğiz. İşini doğru dürüst yapan, hastalarına saygılı bir hekimi alkışladık diye, aynı kişi “ulan ipini koparan bu plaja geliyor, öyle yüksek bir giriş ücreti olsa da rahatça deniz girsek” diye düşünürse de görmezden gelmemiz mi gerekiyor. Anlamışsındır, uzatmayacağım. Erdoğan, Süleyman, Yılmaz Özdil filan gibileri dışarıda bırakacak olursak, işim şahıslarla değil, bir zihniyetle. Hep öyleydi. Bir süredir, ilaveten, bir örgütlenme biçimiyle.
Cemalettin abi, en az otuz yıldır aynı insanlara saydırıyorsun fakat kendi adıma hala kimleri kastettiğini anlamıyorum. İçinde doğup büyüdüğüm sosyal sınıfın siyasi bakış açıları ile ben de sık sık ters düşüyorum, fakat işi “zenginliğin artmasına katkıları yok” noktasına vardırdığında nesnelliğini kaybettiğini düşünüyorum. Kim bu insanlar? Kafamızdaki hayali şablonlarla dövüşmek yapıcı bir tutum değil. Beyaz yakalı insanlar mı kastettiğin? Geleneksel chp tabanı mı? Şehir ahalisi mi? Mesela doktorlar, pandemi zamanında nasıl canlarını hiçe sayarak çabaladıklarını gördük. İnşaat mühendisleri mi? Avukatlar mı? Ziraat mühendisleri mi? Çevirmenler mi? Öğretmenler mi? IT çalışanları mı? Sekreterler mi? Eczacılar mı? Boğaziçinde gösteri yapan öğrenciler mi? Gezide sokağa çıktıklarında alkışladığın gençler çalışma hayatına atılınca, hayat gailesine düşünce beğenmemeğe başlıyorsun, bana öyle geliyor.
(1) Yazida hakaretlerin oldugu cumleler cogunlukta.
(2) Yukaridaki maddede isaret edilenleri cikarinca butunluklu, sebep sonuc iliskili vargilar ara ki bulasin; yok.
(3) Yazinin yazildigi tarihte bile AP secimleri ile ilgili oldukca detayli analizler mevcuttu; en azindan bu blogun yegane yazarinin da bildigi Ingilizce dilinde.