Arınç Hesap Hatası Değil

Erdoğan Gül’ün önünü kesip şapkadan Davutoğlu’nu çıkarırken ne tür hesaplar yaptı, tahmin etmek güç değil. Hiçbir şeyi nezaketle, incelikle yapmadı. Kaba bir güç gösterisinden ibaret bir süreçti, daha önceki bütün operasyonlar gibi. Kendisini bir siyaset dehası zannediyordur ve etrafındakiler de ona bir siyaset dehası muamelesi yapıyordur ama gücü nobranca, fütursuzca kullanmaktan başka bir şey bilmiyor.

Normal şartlar altında, gücü böyle kullanan birinin siyaseten müflis duruma düşmesi gerekirdi, çoktan. Düşmedi, çünkü Türkiye siyaseti, 12 Eylülcüler tarafından, gücün böyle kullanılmasına müsait bir ortam olarak tasarlanmıştı. Daha öncekiler, ellerindeki güce rağmen belirli bir nezaket, bir incelik sergilemeye çalıştılarsa, yetiştirilme tarzları sebebiyle… Alışkanlıklar sebebiyle… Az veya çok ar duygusuna sahip olmaları yüzünden mesela…

Erdoğan “kardeşi Gül”ün önünü keserken de, kardeşlik hukukunu tek taraflı olarak iptal ederken de, herhangi bir nezaket kuralına riayet etme ihtiyacı hissetmedi. Yerine nevzuhur bir adamı koyarken de… Demiştim, Davutoğlu’nu Erdoğan için cazip kılan yanı, şahsi olarak hiçbir desteğe sahip olmaması, yalnız bir adam olması. Dolayısıyla da, mümkün adaylar içinde, Erdoğan’a en çok muhtaç olanın o olması…

Bence hesabı yanlış yaptı. Çünkü, mesela Arınç’a verseydi geçiş dönemi Başbakanlığını, Arınç siyasi ömrünün sonunda kendisine bu lütufta bulunan Erdoğan’a, Erdoğan’ın bile tahmin edemeyeceği kadar sadakatle hizmet edecekti.

Bence hesabı yanlış yaptı, çünkü hesap da bilmiyor, insan denen şeyin nasıl çalıştığını da… Tarih de bilmiyor mesela… Bilseydi, tarihte benzeri hamlelerin, beklenenin hep tam tersine yol açtığını bilecekti. En zayıf, kendisine en muhtaç görünen adamın, aynı zamanda, kaybedecek en az şeyi olan adam olduğunu, dolayısıyla da canını yakma potansiyeli en yüksek adam olduğunu da bilecekti. En dik duruyor gibi görünen adamın ise, aksine, dik durmuş gibi görünmenin sonuçlarını konsolide etmiş olduğu duygusuna sahip olacağını, minnet duygusuyla davranacağını tahmin edebilecekti.

Bence hesabı yanlış yaptı ama bu, yanlış hesabın Erdoğan’ın sonunu getireceği manasına gelmiyor. Çünkü o yanlış hesabı başka birilerinin değerlendirip değerlendiremeyeceğini henüz bilmiyoruz. Erdoğan bundan önce de sayısız hesap hatası yaptı. Hesap hatalarının en meşhuru, Cemaat konusunda yaptığı hesap hatası… Hesap hatasını o yaptı ama faturayı Erdoğan ödemedi. Çünkü faturayı ödetmesi gerekenler, gücün karşısına akıl filan gibi şeyler çıkarmaya kalktılar. Gücün karşısında ezildiler.

***

Arınç’a gelirsek…

Siyasete Başbakan koltuğunda bir yıl oturup veda etmek isterdi herhalde. Ama istediğini vermedi Erdoğan. “Makam, mevki beklentisi içinde olanlar beni anlayamaz” filan gibi geyiklerle ima ettiği de bu zaten. İyi ama, Davutoğlu kabinesinde Başbakan Yardımcılığı ve Hükümet Sözcülüğü görevini niye verdi? Herhalde hepimiz mutabıkız ki, Arınç şimdiki pozisyonunu, yani son Erdoğan kabinesindeki pozisyonunun Davutoğlu kabinesinde de devam etmesini Davutoğlu’na değil, Erdoğan’a borçlu. Davutoğu’nun —özellikle de o tarihlerde— bu tür pozisyonlar için pazarlık yapma imkânı herhalde hiç yoktu.

Arınç’ın geçmiş karnesi, bu pozisyonda baş ağrıtma kabiliyetine hep sahip olduğunun işareti… Erdoğan Hükümet Sözcülüğünü Arınç’a, onun her an baş ağrıtabileceğini bile bile niye verdi?

“Ağrırsa Davutoğlu’nun başı ağrıyacak” diye varsayıp, “o da lazım olabilir” diye mi düşündü? Zannetmem. Çünkü o günlerde, Davutoğlu’nun başının ağrıması, Erdoğan’ın başının ağrıması manasına geliyordu. Tahminimce, “Başbakanken yaptığım gibi çağırırım Arınç’ı, veririm ağzının payını, hizaya getiririm” diye düşünmüş olabilir eğer düşünmek fiiliyle adlandırılabilecek türden bir işi yapabiliyorsa… Bence bu hesap doğruydu. Hesapta yanlış olan Arınç değil, bana kalırsa Davutoğlu.

***

Davutoğlu, son derece manasız bir tarihte, hiç lüzum yokken, bütün danışmanları karşı çıkmışken, ABD’ye gitti. Bugün, partiyle alakası olan herkes teyakkuza geçmişken, grup toplantısını bırakıp Konya’ya gidiyor. ABD’ye gidişi, “kaçıyor” diye yorumlandı. “Mevcut gündemle baş edemiyor, gündemden kaçıyor.” Bugün Konya’ya gidişi de muhtemelen benzer bir biçimde yorumlanacak.

Ve bence yorumlar haklı. Davutoğlu kaçıyor.

Ama…

Kaçmak, eğer kaçılacak yerde gerçekleştiriliyorsa, doğru bir iş. Kaçılması gereken yerde kaçmamak salakça… Bence Davutoğlu doğru yapıyor. Kaçmakla doğru yapıyor.

Davutoğlu hakkında sebepsiz iyimserlikler yaratmak istemem. Kendisinde olmayan vasıfları ona yakıştırıp bir efsaneymiş gibi sunmak, aklıma en son gelecek iş. Ama bugüne kadarki performansı, uzaktan seyrettiğim kadarıyla, hesaba katılması gereken bir performans. Davutoğlu Erdoğan’la göğüs göğse çarpışmıyor ve göründüğü kadarıyla da çarpışmayacak. Tek bildiği şey göğüs göğse çarpışmak olan Erdoğan için ne müthiş bir imtihan.

Türkiye ve AKP için Davutoğlu’nun Erdoğan’ı sınırlaması ve sonra da tasfiye etmesi ne manaya gelir, bilemem. Ama gördüğüm kadarıyla Davutoğlu, böyle bir savaşın tayin edici muharebesi hangi meydanda yapılacaksa, o meydana yığınak yapıyor. Eğer göğüs göğse çarpışmak elzem hal alırsa bu, Erdoğan’ın istediği yerde değil, Davutoğlu’nun istediği yerde, Davutoğlu’nun tercih ettiği şartlarda gerçekleşecek. O muharebe nasıl neticelenir, Davutoğlu o muharebede de akıllıca davranabilir mi, davranırsa akıllıca davranmak muharebeyi kazanmaya yeter mi, bilemem. Zaten şimdiden bilinemez de…

***

Erdoğan’ın bugüne kadar —muhtemelen insiyaki olarak— yaptığı akıllıca bir iş vardı: Neredeyse hiç yaralı düşman bırakmıyordu arkasında. Öldürüyordu. Olabildiği ölçüde… Yine de yaralı çok sayıda düşman kaldı. Her on düşmanının dokuzunu öldürmüş olsa da, 12 yıl boyunca muharebe üstüne muharebe yapmış bir adamın arkasında yeteri sayıda yaralı düşman kaldı. Gökçek onlardan biri… Şimdi dostluk sergiliyormuş gibi görünmeye çalışması, aslında yaralarını hatırlatmak için. Eğer bir zamanlar edindiği yaralardan bugün bir menfaat devşiremezse, siz o zaman görün Gökçek’i…

Ve Gökçek gibi, Arınç gibi çok kişi var.

Siz Davutoğlu olsanız, eski yaraların hesaplarının ortaya döküldüğü böyle bir savaşta araya girer misiniz? Girmemesi akıllıca. Girmemesi elbette kâfi değil ama gerekli. Sonrasını da becerebilecek, gerek şartlara yeter şartları ekleyebilecek mi, göreceğiz.

Diyelim Davutoğlu yeter şartları da yerine getirdi ve kazandı. Sonra ne olacak?

Sonra biz, gücü elinde toplamış, etrafı “senden büyük yok” diyen yalakalarla çevrilmiş Davutoğlu’nun, o gücü fütursuzca kullanmasını seyretmek zorunda kalacağız. Davutoğlu’nun rastgele salladığı keserin bizim boynumuzu değil de hasımlarımızın boynunu kesmesi için dua edeceğiz.

Yani bu sistemden hayırlı bir netice çıkmaz. Oyalanalım işte…

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin