Ateş
Osman Türkiye’nin —benim zannettiğim kadar— sahipsiz olmadığını düşünüyor.
Mesela ben Bahçeli’nin süzme bir budala olduğunu, hayatında partisinden başka hiçbir şey olmadığını, partisinin “onun partisi” olarak kalması için her şeyi göze aldığını, partisinin çözülüyor olmasının yol açtığı telaşla da manasız işler yaptığını düşünüyorum. Osman ise bütün bu manasız işlerin bir manası olduğunu, birilerinin Bahçeli’yi —Erdoğan’ı hizaya getirmek amacıyla— yönlendirdiğini düşünüyor. (Osman’ın çok daha ince ayarlı cümlelerle söylediklerini kendi dilimle ancak bu kadar ifade edebiliyorum, o kusuruma bakmaz ama siz de bakmayın.) Bahçeli’yi yönlendiren “akıl”, Türkiye için iyi şeyler murat ediyor ama elinde kâfi miktarda operasyonel güç yok —o da böyle işlerle Türkiye’yi girdiği çıkmazdan çıkarmaya çalışıyor.
Benim yine de şüphem var. Osman’ın —ve tanıdığım pek çok başkasının— Bahçeli’nin yapıp ettiklerine bir mana yakıştırmalarının, “ya bu kadar manasız işler yapılmaz, herhalde bizim göremediğimiz bir mana vardır bu işte” diye bakıyor olmalarından kaynaklanabileceğini düşünüyorum. Öte yandan Osman, bu hususlarda benden daha güvenilir bir kaynak. Haklı da olabilir yani…
Ama…
Benim açımdan mesele başka.
Türkiye şimdi bir yerde, bir halde. Bu yer, bu hal, Türkiye’nin devleti için de, o devletin vatandaşlarının kahir ekseriyeti için de hayırhah bir yer, bir hal değil. Bu yerden, bu halden çıkmak gerekiyor. Şuraya, şöyle bir hale geçsek? Yani bir şeyler olsa ve Türkiye birden şöyle bir halde oluverse?
Eh, halin nasıl bir hal olduğuna göre değişir tercihiniz. Yani mesela desem ki sosyal bölünmüşlük, iki kesim arasındaki husumet şimdikinden daha yumuşak olsa? Muhtemelen katılırsınız, toplumun büyük bölümü de katılır. Veya desem ki işsizlerin şu kadarına iş bulunsa? Yine katılırsınız.
Benim baktığım yerden bakıldığında, eğer o hale bizi bir saklı özne, bir mucizevi akıl taşıyacaksa, bu bir çözüm değildir. Türkiye, diğer her şey aynı kalmak kaydıyla, birden, mucizevi bir biçimde şimdiki tıkanıklıklarının ölümcül olanlarını aşabilse, transfer olduğu o yeni halde tutunamaz, kısa sürede şimdikinden de beter bir hale yuvarlanır.
Tekrar pahasına yazıyorum bunları, çünkü çok önemsiyorum. Türkiye’nin meselesi, son derece karmaşıklaşmış bir dünyada, son derece sadeleştirilmiş bir sinir sistemiyle, yani son derece sadeleştirilmiş bir siyaset sistemiyle hayatta kalmaya, rekabet etmeye çalışmasından kaynaklanıyor. Vücudu, uzaktan bakıldığında bir insan vücudu gibi görünüyor ama sinir sistemi bir kelebeğin sinir sistemi gibi…
Daha önce, muhtelif vesilelerle, kendi anlayışıma göre demokrasi tanımı yaptım. Her biri az çok farklı kelimelerle de olsa, bence hep aynı şeyi söylüyordu. Şimdi de başka kelimelerle aynı şeyi söyleyeceğim. Demokrasi, toplum denen organizmanın sinir sisteminin değişen şartların gerektirdiği biçimde karmaşıklaşmasını sağlayabilen yegâne siyasi örgütlenme biçimidir.
Maddeler halinde sıralayayım:
- Toplum bir organizmadır.
- Siyaset o organizmanın sinir sistemidir.
- Toplum, çevresinden gelen uyaranlara reaksiyon göstermek üzere karmaşıklaşır.
- Siyasetin de o karmaşıklığa paralel olarak karmaşıklaşması gerekir.
- Bu paralelliği sağlayabilecek biricik siyasi örgütlenme biçimi demokrasidir.
Türkiye şimdi bir halde. Bu hal kimse için tatmin edici bir hal değil. Kolaylıkla söyleyebiliriz ki, Türkiye hasta. Aslında hasta olan, Türkiye’nin sinir sistemi. Dolayısıyla, dışarıda üretilmiş ilaçlarla bünyenin —mesela— ateşinin düşürülmesi, çözüm değil. Düşürülen ateş, mevcut siyasi düzen sürdüğü sürece, kısa sürede eski seviyesine ulaşacak, hatta aşacaktır.
Denebilir ki, “kardeşim sen de çok şey istiyorsun, önce şu ateşi düşürelim, sonra siyaseti de senin istediğin gibi düzenleriz”. Vereceğim cevap son derece açık. Bir defa ben “siyaset düzeni benim istediğim gibi olsun” filan şımarıklığında değilim, toplumun karmaşıklığına eşdeğer bir karmaşıklığa sahip olsun derdindeyim. İkincisi, önce ateşi düşürmeye uğraşacağınıza, eğer siyaseti düzenleyebiliyorsanız, önce o düzenlemeyi yapın. Ateş zaten düşecek.