Baba
Adam, besbelli, bir yerlerde küçük bir memurdu. Öyle sessiz, yenik. Ama kuyruğu dik tutması gerektiğinin farkında. Başı örtülü eşi ve oğluyla, az ötedeki masada oturuyorlardı. Oğlan 9-10 yaşlarındaydı. Bütün aile, milyonlarca benzeri gibi, göz önünde oldukları halde görünmüyorlardı. Oğlan çay bahçesinin hemen yanındaki tahterevalli, salıncak gibi oyuncakları keşfetmese, muhtemelen kimseye görünmeden gözden kaybolacaklardı.
Oğlan oyuncaklarla oynamakta ısrarcı olunca, büyü bozuldu. Görünmeyenler, işitildiler. Adam sessizce kalktı, oğluyla birlikte oyuncaklara yöneldi. Oğlan müteşekkir, babasının elini tuttu. Adamın artık sadece sırtını görüyordum. Yüzünü ancak tahmin edebilirdim. Ama tahmin etmek zor değildi. Dünyanın en çetrefilli problemlerinden birini çözmeye çalışan bir insanın ifadesi olmalıydı yüzünde.
***
Türkiye’de erkek olmak zor. Dibine kadar anaerkil olan bir toplumda, erkin kırıntısına bile sahip değilken, her şeyin mesuliyetini üstlenmek gerekir. Üstelik şikâyet bile edemezsiniz. Serde erkeklik vardır, ağlayamazsınız.
Ama baba olana kadar, yine de idare edilebilir. Erkek meclislerinde hot zot edersiniz, muktedir taklidi yaparsınız. Katı görünmeye çalışırsınız. Baba olduğunuzda ise, işte kalabalık bir çay bahçesinde fona uymuş, kaybolmuşken, bir anda deşifre olmak işten bile değildir. Katılık bir yana, katı görünmek bile mümkün değildir artık.
Türkiye’de baba olmak çok zordur.
***
Oğlanın babasının elini güvenle kavrayışını görene kadar, babalar günü öncesinde babalıktan söz etmek aklımda bile yoktu. Zaten anneler günü için bir şey de yazmamıştım. Eğer anneler gününde anneler için yazsam ama babalar gününü ihmal etsem, kendi babam dâhil hiç kimse yadırgamaz. Tersi ise, itiraf etmek lazım ki, yadırgatıcı.
***
Adamın sadece sırtını görüyordum. Yine de emindim, yorgun omuzlarının güçlükle taşıdığı kafasında, sesini ne kadar yükseltmesi gerektiği, ne kadar kararlı, ne kadar müşfik görünmesi lazım geldiği gibi soruların cevaplarını ümitsizce arayıp duruyordu. Bilen bilir, dünyanın en zor soruları arasındadır bunlar. İşsizliğin nasıl halledileceği, parti meclisinde kiminle ittifak yapılacağı gibi problemlerle mukayese bile edilemez.
Ama bu, yine de, problemin kolay yanı. Asıl soru çok daha müşkül. Adam ne yapmalı da oğlu kendisi gibi olmamalı?
Adam eğer başarır da oğlu kendisi gibi olmazsa, delikanlı bir gazetede bir köşe kapacak mesela. Babasının çözmek zorunda kaldığı problemlerin hiçbiri ile tanışmadan, klavyesinin başında göbeğini kaşıya kaşıya, “bidon kafalı” diye hakaret edecek babası gibilere.
Adam, eğer başarırsa ne olacağını biliyor, biliyor musunuz?
Cemalettin N. TAŞCI