Bağışıklık Sistemi

Siz bir savcıyı, suçlu olduğu halde devlet tarafından korunduğunu düşündüğünüz bir takım polislerin teşhis edilmesi talebiyle rehin alsanız, yani savcının kendisi hedefiniz olmasa, devletle pazarlıklar tıkandığı için filan savcıyı öldürür müsünüz? Savcıyı öldürseniz de, öldürmeseniz de polisler galip ihtimal sizi öldürecekler, bir takım çevrelerce kahramanlaştırılacak, başkalarınca şeytanlaştırılacaksınız, muhtemelen biliyorsunuz. Savcıyı öldürmeden öldürülürseniz kimin, aksi halde kimin eli güçlenecek, aşikâr değil mi?

Bugün komplo günüm.

Savcı, eğer söylendiği gibi, sorumlu polisleri tespit etmekte yol almış, yani bulursa cezalandırmaya sahiden niyetli bir savcı idiyse, onu öldürmek onu rehin alanların değil ama başkalarının işine gelir.

Elbette olayın nasıl geliştiği hakkında son derece az malumatımız var ve elimizdeki malumat güvenilir bir tahmin yapmak için kâfi değil. Savcıyı rehin alanların, pazarlıklar uzadıkça, akli melekeleri zaafa uğramış olabilir pekâlâ. Dolayısıyla savcıyı öldürmeleri hiç gerekmediği halde öldürebilirler. Filan.

Bu kadar komplo kâfi. Biraz da gerçeklerle ilgilenelim.

Bir.

İki kişi bir savcıyı rehin almışlar. Polisin işi, bu tür olayların olmasını önlemek en başta. Ama belki de her hafta böyle onlarca olay ihtimali beliriyor ve polis onların çoğunu, daha gerçekleşmeden tespit edip önlüyordur. Önlenen olaylardan haberimiz bile olmuyordur. “Öyledir belki de” diyelim ve yaşanan olayı, önceden tespit edilemeyen nadir olaylardan biri olarak kabul edelim. Polisten ne bekleriz? (a) Rehineyi kurtarmak ve (b) suçluları canlı yakalayıp adalete teslim etmek.

Ama bunların ikisi de gerçekleşmedi.

Eğer suçlular savcıyı, polis müdahale etmeden önce sahiden öldürmüş idilerse, polis suçluları canlı yakalamayı becerebilmeliydi. Beceremediyse, en azından beceriksiz olduklarını, vasıfsız olduklarını emniyetle söyleyebiliriz.

İki.

Ve ahali meseleyi hangi zeminlerde tartışıyor? Birileri suçluları kahramanlaştırıyor. Ötekiler ise şeytanlaştırıyor.

Neden?

Çünkü suçluları kahramanlaştıranlar, suçluları şeytanlaştıranlara düşmanlar. Onlar tamamen yok olmadan bu memlekette kendilerini rahat hissetmeyecekler. Diğerleri de suçluları kahramanlaştıranlara düşmanlar ve onlar bire kadar kırılmadıkça huzur bulmayacaklar. Memleketin hali bu. Yaşanan olayın şu veya bu olması fark etmiyor. Sahnede sergilenen oyunun muhtevası fark etmiyor, birileri alkışladı mıydı, diğerleri yuhalıyor ve tersi…

Üç.

Başbakanın, operasyondan hemen sonra olayı seçim atmosferine bağlaması düşündürücü. Türkiye’de seçim öncelerinde böyle şeylerin frekansının arttığı iddiasını ben ilk defa işitiyorum. Yani kahvehane sohbetlerinde söyleniyordur ama yetkili bir ağızdan böyle bir iddianın, böyle sıcağı sıcağına, böyle pervasızca dile getirildiğini hatırlamıyorum.

Öncelikle, bu tür olayların seçim öncesinde yoğunlaştığını zannetmiyorum.

İlaveten, Davutoğlu’nun genel başkan olarak gireceği ilk seçimden önce, ilk fırsatta böyle bir “bizi istikrarsızlaştırmaya çalışıyorlar” imasını, tehlikeli bir çaresizlik olarak görüyorum. Kendisine ve yandaşlarına sorayım (elbette cevap filan beklediğim yok, lafın gelişi): Bu bizi istikrarsızlaştırmaya çalışanlar ne kadar beceriksizlermiş ki, durmadan bir takım tezgahlar kuruyorlar ve fakat hep başarısız oluyorlar? Bunca çabalarıyla bir Türkiye’yi bir türlü istikrarsızlaştıramayan bu CIA’ler, MOSSAD’lar, VEVAK’lar için harcanan onca kaynağa yazık değil mi?

“E ama, memleketin teşkilatları onların oyunlarını bozuyor” diyecek olana da sorayım: İki suçluyu sağ olarak ele geçirebilecek vasıflara sahip olmayanlar, CIA’i MOSSAD’ı, VEVAK’ı filan nasıl etkisizleştiriyorlar?

Geçiniz.

***

Bana “seçim ne olacak” diye soranlara, aylar öncesinden beri, “seçime kadar çok şey olacak” diyorum. Ve hemen her gün, mesela Finlandiya’nın gündemini altı ay idare edecek kadar skandal yaşanıyor Türkiye’de.

“Seçime kadar çok şey olacak” derken, Davutoğlu’nun ima ettiği gibi, bir takım merkezlerde paketlenmiş, sipariş işi işlerden söz etmiyorum. Sistemlerin davranışı hakkındaki varsayımlarımdan yola çıkıyorum.

Eğer memleket, birinin alkışladığını diğeri yuhalamaya programlanmış iki kesime bölünmüşse, zaten suya bir taş atsanız kıyameti tetikleyebilirsiniz demektir. CIA, MOSSAD filan lazım gelmez.

Eğer bir sistem aşırı kontrol altındaysa, esnekliğini kaybetmiş, kırılganlaşmış demektir. Yağmur yağsa bir yerinden kırılma ihtimali yüksektir yani. Her kırılmayı, kontrol mekanizmalarını tahkim ederek cevaplarsanız, bir sonraki kırılmanın şiddetinin daha yüksek olmasını da garantilemiş olursunuz.

Eğer “bizden” diye olur olmaz kadrolara vasıfsız adamları yerleştirirseniz, suya taş atan olmasa, yağmur yağmasa bile kırılmaya bir sebep çıkması için şartları ikmal etmiş olursunuz. Bugünkü operasyonda görüldüğü gibi…

Ve nihayet, 12 yıldır yaptığınız gibi, önünü sonunu düşünmeden, diğer kanunlarla bağlantılarını tesis etmeden, aklınıza geldiği gibi kanunlar yaparsanız, böyle yaparak memleketin kurumlarını çalışamaz hale getirirseniz…

Bünyenin bağışıklık sistemi çöktü. Birilerinin bizi zehirlemesi filan lazım değil, her toplumun, her daim maruz kaldığı ve fakat bağışıklık sistemleri tarafından çaresi üretilen ufacık rahatsızlıklar, Türkiye’de ölümcül neticelere yol açabilir artık. Ve açıyor. Buradan bir dönem daha iktidar çıkarabilirsiniz belki. Ama bu hastayı yataktan kaldıramazsınız.

Umurunuzda mı?

Hiç zannetmem.

Ücrete bağladığınız budala yalakalarınız, sizin sebep olduğunuz ve çözümünü geliştiremediğiniz hastalığın yabancı gizli servisler tarafından imal edilmiş olduğuna, rakiplerinize düşman olan kalabalıkları inandırabilir.

Umurumda mı?

Hiç değil.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin