Bahis Oranlarından Afrin’e
Geçenlerde bir haberin başlığını gördüm, bahis oranlarının iyileştirileceğini söylüyordu. O haberden ilhamla bir şeyler yazacaktım, araya Afrin filan girdi, kaldı. İyi ki kalmış, çünkü Afrin vesilesiyle bize yurtseverlik filan öğretmeye kalkanların “aslında” ne istediklerini anlamak için çok uygun bir vaka bu.
Sektörü pek de iyi bilmiyorum. Bildiğim kadarıyla memleketin içinde futbol, basketbol maçları filan gibi olayların neticeleri üzerinden bahis oynatmak devletin tekelinde. Bu iş özelleştirildi, imtiyaz özel bir ortaklığa devredildi diye biliyorum ama yanılıyor da olabilirim. Özelleştirilmiş de olsa, herhalde devlet, devrettiği imtiyazı belirli şartlarla devretmiş ve/veya devir karşılığında bir pay almayı sürdürüyor olmalı.
Öte yandan, dünyanın dört bir yanında, tastamam aynı olayların neticeleri üzerinden bahis oynatan, çok sayıda şirket var. Paranın sınıraşırı transferini kontrol etmenin neredeyse imkânsızlaştığı, bilginin de İnternet üzerinden anında paylaşılabildiği bir çağda, haliyle, bahis imtiyazı gibi imtiyazları sürdürmek kolay değil.
Mesele şuydu ki, devletin bahis şirketinin, diyelim bire iki verdiği bir netice için, internet üzerinden bahis oynatanlar çok daha yüksek, mesela bire üç veriyorlardı. Devlet bir dönem, “başka sitelerde bahis oynamayın, başınızı derde sokarım” diye tehdit etti. Herhalde çok müessir olmadı ki, “başka sitelerde bahis oynamayın, onlar teröre kaynak sağlıyorlar” diyerek terör karşıtlığınızdan medet umdu ki, herhalde o da beklendiği kadar müessir olmadı. Nihayet “ama bakın oranları iyileştireceğiz” filan diye alttan almaya çalışıyorlar. Yaptılar mı, yapacaklar mı, ne kadar yapacaklar, bilmiyorum.
Asıl derdime geleyim. Devlet şirketi en az üç maç için oynama mecburiyeti getirirken, filanca bahis şirketi bir tek maçın neticesi için oynamanıza izin veriyor ve üstelik de o maçın her üç sonucu için devletin şirketinin verdiğinden daha yüksek oranlar veriyor. Yine de para kazanıyorlar. Kazanıyorlar ki işi sürdürüyorlar. Yani devlet şirketinin kazandığı —veya siz dışarıda değil de devlet şirketinde oynayacak olursanız kazanmayı umduğu— parayı düşünün.
Sektörü pek de iyi bilmiyorum ama bahis oranlarının nasıl belirlendiğini az çok bilebiliyorum, çünkü istatistik diye bir bilim olduğunu ve bu tür sektörlerde istihdam edildiğini biliyorum. Anlaşılan o ki devletin bahis şirketi, başkalarının belirlediği bahis oranlarına bakıyor, her bir orandan biraz kırpıyor ve size dayatıyor. Eh, budala değilseniz, devletin şirketinde oynamıyorsunuz. “Ulan yakarım çıranı” diye gürlüyor devlet. Yani ne demek istiyor? “Bahis oynayıp heyecan duymak mı istiyorsun, benim şirketimde oyna, kaybet.”
Size basit bir misal gibi gelebilir ama değil. Hani şu ulus-devlet diye yerlere göklere koyamadıkları şey var ya, aha işte tam da bu. İmtiyazlar krallığı. Memlekette felaketzedelere yardım mı edilecek, devletin Kızılay’ı var. Oraya yardım edeceksin. Yaptığın yardımın ne kadarı gerçekten felaketzedelere gidecek? Meçhul. “Denetleyelim” desen, “vay sen vatan hainisin, teröristsin” filan.
Soner Yalçınların, Yılmaz Özdillerin, Doğu Perinçeklerin, Devlet Bahçelilerin allaya pullaya pazarlamaya çalıştıkları şeyin, yani ulus-devletin asli derdi, bahis oynamak istiyorsanız onların kontrol ettiği şirkette, o şirketin keyfi oranlarıyla oynamanız. Yani sizi soymak. Yardımseverlik yapacaksanız, onların tayin ettiği yollarla yapmanız. Yani sizi yine soymak. Sizi. Yani kimi? Ulusu. Ulus-devlet dediğiniz şeyin asli işi, ulusu soymak. Sonra bir de, icap ettiğinde, çocuklarını Afrin’de filan heder etmek.
Ulus-devlet dediğiniz şey, sadece bahis oynama veya yardım filan gibi alanlarda imtiyaz sahibi olan bir şey değil. Mesela JÖH’leri, PÖH’leri vasıtasıyla vatandaşlarının evini bombalama, lütfedip bombalamadığı evlerin yatak odalarına girip aynalarına imza atma filan gibi pislikler alanında da imtiyaz sahibi. “Ya, bir dakika, o kadar da olmasa” dediğinizde, önce “kapa çeneni, yakarım çıranı” diye efeleniyor. Eğer işler yürümüyorsa “ama terör, merör” diyerek, mani çıkaranın çırasını yakıyor. Yine yürümezse soygun, ancak o vakit, “tamam, anlaşıldı, alacağım haracın oranını biraz düşüreyim” diyor. Ne vakit oluyor bu geri adım atma hali? Eğer sınır dışında seçeneğiniz varsa. Hah, işte tam da bu sebeple, içine kapanmış, dünyadan izole edilmiş bir Türkiye lazım geliyor. Emperyalizmin kendisini soymasına izin vermeyen yurtsever bir Türkiye. Yurtsever yurtsever, devletin kendisini soymasını kutsallaştıran bir Türkiye.
Emperyalizm diye bir şey var mı? Var. Ama (a) kendi vatandaşını böyle hesapsızca soyan, öldüren, ölüme yollayan ulus-devlet kadar kötü değil, (b) öyle her bahis oynatan şirket de emperyalist filan değil. Yani sınırın ötesindeki her şey öcü değil.
Geçen gün söyledim, ulus-devlet filan geyikleri hikâye. İyi işleyen devlet var, kötü işleyen devlet var. İyi işleyen devlet, vatandaşları bahis oynuyorsa ve kendisi de bu konuda bir tekel kurmuşsa, diğer seçenekler kadar iyi çalışan bir şirket vasıtasıyla yapar bunu. O şirket de, başkaları ile rekabet edebilmek için “yakarım çıranı” tehditleri veya “ama terör” filan yalanları imal edeceğine, doğru dürüst bir değerlendirme merkezi kurar, doğru dürüst oranlar belirler. O vakit de bahis pazarından kayda değer bir pay alır. Emperyalistler, teröristler filan da avcunu yalar.
Bu memleketin ulus-devletçileri, herhangi bir dönemde böyle davranmadılar. Köpeğin önüne atsan yemeyeceği şeyleri, lütufta bulunurmuş gibi masanın üzerine fırlattılar ve “bunu yiyeceksin” dediler vatandaşa. İtiraz edeni içeri tıktılar. Vurdular. Bombaladılar. CHP buydu. Yani “memlekete sosyalizm gelecekse onu da biz getiririz” edasıydı. “Memlekette bahis oynanacaksa biz oynatırız, kadın pazarlanacaksa biz pazarlarız, her alanda imtiyaz yaratır, payımızı alırız” edasıydı.
Elbette mazeretleri vardı. Geri kalmıştık, yoksulduk. Bir an önce neler neler yapmak zorundaydık. Ahmak ahali kaynakları doğru tahsis etmeyi bilemeyeceğine göre, her kaynak transferinin önüne bir baraj kurar, herhangi bir değer yaratabilenlerin yarattığı değerden devlete aslan payını alır, onları da doğru bir biçimde tahsis ederdik. Öyle olmadı. Bütün sosyalist ekonomiler gibi Türkiye ulus-devletinin güya kapitalist sosyalizmi de kaynak tahsisini doğru yapamadı. Dünya ile aramızdaki mesafe açıldı. Açıldıkça sistemin kaynak ihtiyacı büyüdü. Ve saire…
İşler yolunda gitmedi. İtiraz edeni sosyalist diye nalladılar, şeriatçı diye nalladılar, Kürtçü diye nalladılar. Esas mesele nallananların hakkından gelmek değildi, geride kalanlara korku vermek ve… Başarısızlığı yıkacak bir bahane bulmaktı. Ve… Memleketi çeviren duvarları biraz daha yükseltmek için bir bahane bulmaktı. Aha bu Soner Yalçınları, Yılmaz Özdilleri, o endoktrinasyon sürecinde ürettiler. Kendilerini solcu zanneden, halkçı zanneden, milliyetçi zanneden bu Aydınlanmacıları öyle imal ettiler.
Bugün herhangi bir samimi ortamda sorsanız, her biri bahis oranları üzerinden vatandaşın soyulmasına dünden razıdır. Alkışlarlar bu hususta olup biteni. Çünkü aynı zamanda her biri ahlakçıdır. Bahis kötüdür. Oynanmaması gerekir. Hatta futbol seyretmek bile toplumsal kaynakların israfıdır. Hepimiz devletin kulu olarak, günün on altı saati, canhıraş bir biçimde çalışmalı, ulus-devletimizi dünyanın imreneceği bir şey haline getirmeliyiz. Eğer bahis oynamak gibi sapkınlıklarınız varsa, onun kamu adına istismar edilip, kamu yararına kaynak yaratılması alkışlanacak şeydir. İyi ama oranları daha rekabetçi bir biçimde belirleyip, yine kazansa kamu? O tür inceliklere lüzum yoktur. İşimiz çok, anlamıyor musunuz? Acelemiz var.
Memlekette CHP denince akla gelen şey, aha tastamam bu imtiyazcılık hadisesidir. Bahis oynanacaksa devletin bahis şirketi olur, o oynatır. Şehirler devletindir, imtiyaz sahiplerine devredilir, öyle elini kolunu sallayan gelemez. Gelirse devletin düzeni bozulur. Sizin orada, susuz toprakta buğday ekip, koyun gütmeniz lazım. Kamu yararı, anlamıyor musunuz? Okullar devletindir, imtiyaz sahipleri faydalanabilir. Herkes okula giderse? Okulların kalitesi düşer, kamu yararı zarar görür.
Memlekette CHP denince akla gelen şey, aha tastamam bu imtiyazcılık hadisesidir. Daha doğrusu imtiyazcılık hadisesi idi. Memlekette merkez sağ denen şey, tam da buna karşı yükselen toplumsal itirazdan ibaretti. Ağır ağır, adım adım gerilettiler imtiyazcılığı. Bunu yaparken adil, doğru, iyi davrandıklarını iddia etmiyorum. Ama memlekette merkez sağ denen şeyin CeHaPe zihniyetine, yani imtiyazcılığa itiraz olduğunu yazın bir kenara.
Şimdi…
CeHaPe zihniyetine bütün Cumhuriyet tarihi boyunca güya en şiddetli itiraz olarak zuhur eden AKaPe zihniyetinin iş yapış tarzını görüyorsunuz. Bahis oranlarını hesaplamaya bile zahmet etmeden, başka şirketlerin oranlarını makul ölçüde kırpıp, kamu yararı adına vatandaşı soyuyorlar. Yaptıkları manasız köprülerden geçseniz de geçmeseniz de, Deli Dumrul misali, paranızı alıyorlar.
İtiraz ederseniz?
“Vay terörist” oluyorsunuz.
Milli Şef dönemi bile, işbu Yerli ve Milli Reis dönemi kadar kirli değildi. Ve… O döneme, o dönemin uygulamalarına itiraz eden ahali, tastamam aynı uygulamalara, bu defa Erdoğan tarafından tatbik edildiğinde destek verir hale geldi.
Çünkü…
Sığ, manasız, gerçeklikle zerre kadar alakası olmayan, aritmetikten mamul tahlillerle siyaseti okuyan birileri, sandık sonuçlarını zırva biçimlerde okudu. İki tarafın analistleri de…
Seçmen, aslında imtiyazlara karşı olduğu halde, “onların imtiyazı” ile “bizim imtiyazımız” arasında tercih yapmak zorunda bırakıldı. Bu arada bir tek aktör çıkıp “bütün imtiyazlara hayır” demedi. Demeyince ortaya bir sandık neticesi çıktı, “demek ki ahalinin imtiyazlara bir itirazı yokmuş” diye ahkâm kesildi.
CHP neden muhalefet edemiyor, anlaşılıyor mu? Mevcut sistem CHP’nin kurduğu ve —CHP’nin Genel Başkanına ve politikalarına muhalif görünseler de— Soner Yalçın, Yılmaz Özdil gibiler marifetiyle müdafaa ettiği bir sistem. CHP kanadının mevcut uygulamalara itirazı yok. Yani devletin bahis şirketinin ahaliyi soymasına itirazları yok. Soyanların AKP ve Erdoğan olmasına itirazları var. Ahali de bunu hissediyor ve başörtüsüne, ezanına sövenler soyacağına, sövmeyenler soysun derdinde.
Meral Akşener neden bir alternatif değil? Çünkü onun da CHP’nin tesis ettiği bu sisteme itirazı yok.
Mesele şu ki, artık paranın sınır geçmesine ve bilginin bütün dünyada anında paylaşılmasına mani bir hal yok. Dolayısıyla eski düzeni sürdürmek imkânsız. Tehdit edersiniz, ceza verirsiniz filan ama bahis şirketinizi iyileştirmeden, doğru dürüst rekabet etmeden bahis imtiyazınızı muhafaza edemezsiniz.
Dolayısıyla Türkiye’nin yürüdüğü yolun varacağı bir tek yer var. Türkiye giderek dünyadan soyutlanmalı, lazımsa dünya ile bütün bilgi alışverişi kesilmeli, para transferi durdurulmalı. Eh, Wikipedia yasaklarını, dünyanın neredeyse bütün devletleriyle kavgayı, vatandaşların vize almasını zorlaştıracak tedbirleri alsınlar diye âlemi kışkırtmayı ve… Afrin’i… Bir de bu gözle okuyun.
Erdoğan bu yurdu çok seviyor. Herhangi bir şeyi doğru dürüst yapmadan memleketi gönlünüzce soyabiliyor olsaydınız siz de sevmez miydiniz? Soner Yalçınlar filan da çok seviyorlar, çünkü Erdoğan’dan sonra sıranın yine kendilerine geleceği hayalini kuruyorlar. “Ulan hiç değilse bahis oranlarını biraz rekabetçi bir biçimde hesaplayın” diyen de, terörist, hain, emperyalizm uşağı işbirlikçi, filan.