Başöğretmen
Uzun süredir şüpheleniyordum, artık neredeyse eminim. Sayın Erdoğan ilkokulda okurken, muhtemelen bir 23 Nisan’da, arkadaşlarının önünde kürsüye çıkıp şiir okumaya, konuşma yapmaya filan heveslenmiş, öğretmeni ise onu refüze etmiş olmalı.
Öğretmeni muhtemelen farkında değildi ama bizlerin hayatını cehenneme çevirecek bir hata yapmıştı. Yıllardır üzerimize boca edilen, ilkokul müsamerelerinde ancak hoş görülebilecek, tahammülfersa belagat misallerini mesela, o tercihin küçük Recep’te yol açtığı travmaya borçlu olduğumuzu zannediyorum. Yavrucağın içinde kalan hamaset, yıllar boyu üremiş de üremiş.
Küçük Recep muhtemelen o gün, cümle âleme, “öğretmen öyle olunmaz böyle olunur” diye ispatlamaya da karar vermiş, başöğretmen edası da ondan olmalı.
***
Sigara tüketiminin terörden daha fazla kayıp verdirdiğini müşahede ediyormuşuz. Yani “yine şu kadar genç şehit oldu” diye yaygara yapmayın, mukabil olarak tütün yasağı sayesinde kaç can kurtarıldı, biliyor musunuz? La havle…
Ben başka şeyler de müşahede ediyorum. Mesela egzozlardan havaya yayılan zararlı maddeler, sigaradan da daha fazla kayıp verdiriyor. Aynı mantıkla, demek ki, önce otomobil kullanımını yasaklamak lazım gelir. Kaldı ki otomobil kullanımı yasaklanırsa, sadece bu zararlı maddelere maruz kalmaktan kurtulmakla da kalmayız, daha çok yürüyeceğimiz için, obezite gibi —sigaradan çok daha fazla can aldığı sabit— başka sağlık problemleri de ortadan kalkar.
Bir yığın tasarruf da gerçekleşir. Şehirleri otomobillere göre düzenlemek zorunda kalmaktan kurtuluruz. Ferdi tasarruf fırsatı da cabası. Benzin parası yüzünden elbise alamayanlar gerekli kaynağı bulur artık.
Otomobilin yasaklanmasının faideleri saymakla bitmez, saymaya çalışıp başınızı ağrıtmayayım. Ama otomobil kullanmayan biri olarak, soluduğum havaya herkesin fütursuzca saldığı egzoz gazlarından korunmaya hakkım olduğunu düşünüyorum. Yaşlıları koruyan bir Anayasa maddesi herhalde vardır. Ben de o kategoriden, hakkımı talep ediyorum.
***
Bir de alkol meselesi var. Sayın Erdoğan tütünle ilgili incileri dizdikten sonra, “Arkadaş, bütün bu meyveleri, sebzeleri biz nereden yiyoruz? Veya bu alkolü siz nereden elde ediyorsunuz? Bu meyvelerden filan elde edilmiyor mu bunlar? Üzümden elde etmiyor musun, ediyorsun. Diğer meyvelerde yok mu, var. Onları ye.” demiş.
Alkolle aram hoş değil. Ama laf mı yani şimdi bunlar? Cehaleti geçtim, bir defa, bu nasıl didaktik bir üsluptur. Arkadaş, ilkokul öğretmeni misin sen? İlkokul öğrencileri miyiz biz? Öğretmenliğe özeneceğine kendi işini yapsana. Ne yiyip ne içeceğimiz hususunda bile senin akıllarına, yol göstericiliğine muhtaç olduğumuz vehmine nereden kapıldın? Bir vasiye ihtiyacımız olduğu, senin de bize vesayet edecek vasıflara sahip olduğun zannının kaynağı nedir?
Sonra, sormazlar mı adama, “sen âlemin ne yiyeceğiyle uğraşırsan, eşinin ne giyeceğiyle uğraşılmasına nasıl itiraz edebilirsin” diye…
***
Gençken bizi gülümseten bir aforizma vardı, bilen üretir, az bilen yönetir, hiç bilmeyen öğretir filan gibi bir şey. Hayatında dişe dokunur hiçbir şey üretmemiş, hep yönetmeye talip olmuş olan beyefendi, yıllardır yönetmeyi de bıraktı, terk derdi bizleri irşad etmek. Artık bilmem neden. Ama milletçe bu akıllara bu kadar yoğun bir biçimde maruz kalmamızın ciğerlerimiz üzerinde değilse de, zihin ve ruh sağlığımız üzerinde vahim etkileri olduğundan şüphem yok.
Küçük Recep’in ilkokul öğretmenini bir bulursam…
Cemalettin N. TAŞCI