Bayramlık
Rahmi Turan, memleketten kaçanları görünce, üzülmüş. Ne çok “fare yürekli” insanımız varmış.
Fare yürekli? E, batan gemiyi önce fareler terk edermiş ya. Ama bizim gemimiz batmıyormuş da… O halde ülkeyi terk edenleri fareye benzetmek yanlış. Yok, gemi batıyorsa… O halde fareler diğerlerinden akıllı demek ki. Neden batsınlar gemiyle beraber?
***
Bodrum’da babasının sahip olduğu lüks bir işletmenin müdiresiymiş gibi bir tweet atıp, biri ortalığı karıştırdı. Neymiş, yanındaki kaşarlara hava atmak için mekânlarına gelenler, gelmesinmiş. Saatlerce yiğitçe dövüşen şahıs, bence çok takdire şayan bir performansa sahipti. Kendisine laf anlatmaya çalışan ve her biri birbirinden farklı olan onca insanın her birinin canını neresinden yakabileceğini saniyeler içinde tespit edip, son derece ekonomik bir dille en uygun yere tuzu bastı.
Lakin… Meselede, daha en baştan, bir mantık hatası var.
Yanındaki kaşara hava atmak isteyen, “çay neden 18 lira” diye heyheylenmez. Eğer gürültü yapacak olursa “neden 28 lira değil” diye yapar. Hava atmak öylesini gerektirir.
***
Bir TV röportajında, köyün birindeki yaşlı kadınlara, “ne oldu da ömürler uzadı” diye sormuşlar. “Biz ekmeğin üzerine salçayı sürer yerdik,” demiş biri, “öyle pizza mı, cips mi filan bilmezdik.” E, anneniz, babanız da bilmezdi o dediğiniz şeyleri ama sizin kadar yaşamadılar.
***
Böyle işte, bir gazetenin kıdemli köşe yazarı, milletin damarına basmaktan zevklenen zeki bir ergen veya —muhtemelen okuma yazma bile bilmeyen— yaşlı bir köylü kadın olsanız da aynı şey. Ezbere konuşuyoruz. Ve hepimiz ortak bir ezberin üzerinden… Fabrikasyon gıdaların sağlıksız olduğu “bilgisi”, ücralarda yaşayan, okuma yazma bilmez kadınlara bile ulaşıyor. Sağlıksız gıda tüketiliyorsa… Ölünür. Yaşanıyorsa, uzun yaşanıyorsa, sağlıklı gıda tüketilmiş demektir. Demek ki —buraya herkes kendi çocukluğunda yediğini yazacak— filancayı tüketmek sağlıklıdır. Nokta.
Bir. Kimse kimseye “ama bizim halka ulaşacak kanallarımız yok” diye mazeret uydurmasın, uzak köylerde bile “pizzalar, cipsler sağlıksızdır” geyiği tekrarlanabiliyorsa, demek ki açık kanallar var. Siz o açık kanalları bilmiyorsunuz diye “kanallar kapalı” zannetmeniz, olsa olsa sizin ayıbınız.
İki. Birbirinden çok farklı sosyal statüye ve role sahip olan insanların yukarıdaki misallerde hatırlattığım lafları, birbirinden çok farklı alanlardaymış gibi görünse de… Aslında hepsi aynı aileye mensuplar. Önce karar verilmiş. Verilen karara göre birileri veya bir şeyler hakkında hüküm verilmiş. Sonra da, havada dolaşan ve değer yargısı ifade etmekten başka hiçbir manası olmayan ezberlerden uygun olanlar seçilip, “akıl niyetine” servis edilmiş.
***
Ümit Kıvanç twitter hesabından, mealen, “Trump’ın başına bir şey gelirse ertesi günkü manşetleri hayal etmek zor değil” demiş, “Reise dokunan yanar”. Şahane bir tahmin. Bayram namazında, İzmir’in bir camiinde, imam “memleketimizi sarı şeytandan koru, sarı şeytana haddini bildir” diye dua etmiş. Sarı şeytan derken kimin kastedildiğini belirtmeye lüzum yok. Trump’ın başına bir haller gelirse, bahse konu olan imam —muhtemelen başkaları da vardır— “gördünüz mü bak, dualarımız boşa gitmedi, Trump belasını buldu” da diyecektir, en azından dost sohbetlerinde.
İyi ama… Trump gider Pence gelirse… Her şey daha beter olursa… Bütün ümmet-i Muhammed dua etse de Pence’in başına bir şey gelmezse…
Neyse…
Sıradan insanların, çaresiz kaldıklarında, inandıkları bir adil iradeye dua ederek işlerin yoluna girmesini talep etmelerinde yanlış bir şey yok —eğer çaresizlik duygusunu hafifletiyor ve aksi halde düşülebilecek bir felç halinden insanı muhafaza edebiliyorsa…
Ama.
Memleketin problemlerini dua marifetiyle çözmeye kalkmak, takdir edersiniz ki, başka bir seviye. Çareyi Allah’tan beklemek, esasen çaresiz olduğunuzun itirafından gayrı bir şey değil.