Büyü
Muhtemelen haberiniz olmuştur, altı bin gönüllü Anıtkabir’de, dünyanın en büyük Atatürk portresini oluşturmak için bir araya geldi. Gönüllüler için duyuru yapılan siteye göre, tarihe geçtiler.
Bence tevazu lazım değildi, galaksinin en büyük Atatürk portresini oluşturarak tarihe geçtiklerini de söyleyebilirlerdi. Ben kefilim, eğer galakside başka akıllı canlılar varsa, onlar daha büyük bir Atatürk portresi meydana getirmeye teşebbüs etmediler ve etmeyecekler de… Dolayısıyla bugün Ankara’da gerçekleştirilen muhteşem gösteri, 2012’de İzmir’de gerçekleştirilen 2400 kişilik, 2013’deki 5990 kişilik gösterilerden sonra, sadece dünyada değil, galaksinin herhangi bir yerindeki akıllı canlıların tekrarlayamayacağı bir şeydi. Neydi? Artık siz karar verin.
***
Antikomünist 12 Eylül rejimi zamanın komünist Bulgaristan’ından ithal edene kadar, benim bildiğim kadarıyla, insanların böyle devasa kompozisyonlarda birer piksel rolünü üstlendiği gösterilerimiz yoktu. Sonra bayramları, tribünlerdeki insanların ellerine renkli kartonların verildiği, bir sinyalle herkesin uygun kartonu kaldırdığı devasa gösterilerle kutlamaya başladık. İyi oldu. Ben böylelikle “faşizm nedir” sorusuna “aha işte bu” diyerek kestirme bir cevap verme fırsatı buldum.
Faşizm böyle bir şey: Komünist-antikomünist ayrımı tanımıyor. Başka ayrımlar da…
Gönüllü kulluk için de —tarih şahit— ille de semavi bir dinin mümini olmak lazım gelmiyor.
Ama derdim bunlar değil.
***
Geçende, Erdoğan’ın Davutoğlu’nu işaret etmesini yersiz, Gül’e yapılanları yakışıksız bulan bir AKP’liyle konuşurken, televizyonda IŞİD haberleri geçmeye başladı. “Bu IŞİD de Davutoğlu’nun marifeti mesela” dedi sözünü ettiğim şahıs. “Davutoğlu da senin sevgili Erdoğan’ının marifeti” dedim gülümseyerek. “Yapma şöyle yaa..” dedi, “seviyorum adamı işte.” Sonra “durmadan hikâyeden söz edip duruyorsun, sonra da her hikâyeyi berhava ediyorsun” diye sitem etti.
Kısa süre önce bir başkası, inanmadığı —onun inanmadığını benim bildiğim, üstelik her ikimizin her şeyi bildiğini her ikimizin de bildiği— laflarla bana iltifat ederken sözünü kestiğim bir başkası, bir an durakladıktan sonra, “bak her şeyin büyüsünü bozuyorsun, medeni ilişkiler böyle durumlarda abartıyı minnetle kabul etmeyi gerektirir” demişti.
Öyle midir sahiden? Bilmiyorum. Ama büyüyü bozup durduğum, uzun süredir neredeyse sadece bu işi yaptığım kesin. İyi bir şey mi yapıyorum, bilmiyorum.
Ama…
Evet, hikâye lazım. Hikâye, evet, işe büyü katmayı da gerektirir. Ama bir şey olacak da ona büyü katacaksın. Altı bin gönüllünün toplanıp, dünyanın en büyük Atatürk portresini meydana getirmesindeki iş ne? Ne yapmış olundu ki, şimdi o işe “dünyanın en büyüğü” sıfatıyla büyü katalım?
Hanidir memlekette sadece büyü imal ediliyor. Dişe dokunur herhangi bir şey, herhangi bir zekâ, herhangi bir estetik yok. Tarihten müdevver bir Atatürk var. Onun hatırasında bir piksel olmaya dünden razı birçok kişi…
Hayırlı olsun.