Büyükerşen
Otuz yıl önce Eskişehir İktisadi Ticari İlimler Akademisine asistan olduğumda, aklımdaki tek şey, en kısa süre içine kapağı İzmir veya Ankara’ya atmaktı. Ev bile tutmamış, dayımların yanına ilişmiştim.
Kısa süre sonra YÖK çıktı. Üniversiteler boşaldı. Mezunu olduğum ODTÜ’den ve Boğaziçi’nden davet aldım. Ama fikrim değişmişti. EİTİA çekirdeğinin etrafında biçimlenen Anadolu Üniversitesinde çalışmanın çok daha cazip olduğunu hissetmiştim.
O dönemde, o çalışma ortamını inşa etmiş adam olan Büyükerşen’le hiçbir yakınlığım yoktu. Yönetim kitaplarında bize öğretilen ne varsa, neredeyse hepsinin tersini yapıyordu. Ama yönettiği kurum, berbat bir taşra kasabasının ortasında, her gün biraz daha yükseliyordu. Üniversitede çalışan hemen herkes, her sabah mesaiye büyük bir hevesle gidiyordu. Akşam mesai saatlerinin bitişi de pek umursanmıyordu. Üniversite geç saatlere kadar boşalmıyordu.
Bilenler bilir, bir üniversitenin gelişmesi için en elzem olan şeylerden biri, sosyal çevresidir. Yani üniversite ancak şehir gibi bir şehrin içinde serpilip gelişebilir. Eskişehir’de tersi oldu. Şehir, üniversite sayesinde kasabalıktan kurtuldu.
***
Aradan yıllar ve birkaç rektör geçti. İstanbul’da vakıf üniversitelerinden birine transfer olan bir arkadaşım, veda yemeği verdi. Yemekte “bu üniversite bir kişinin eseri gibi gösteriliyor ama değil, onu hepimiz yaptık” gibilerden bir konuşma yaptı. Kastettiği şahıs, Yılmaz Büyükerşen idi.
Haklı mıydı? Haklıydı. Üniversiteyi hepimiz değilse de birçoğumuz yapmıştık. Günler, geceler boyunca çalışmış, bırakın taşrayı, İstanbul’da Ankara’da bile tuhaf karşılanacak iddialarla, olmayacak işleri oldurmuştuk. Zaten, o olmayacak işleri olduranlardan biri olduğu için İstanbul’a, ciddi bir ücretle transfer oluyordu.
Konuşması bittikten sonra masamıza geldi. “Haksız mıyım yani” edalarında konuşmaya başladı. “Haklısın,” dedim, “ben de Hoca’ya aynen böyle söylüyorum. Mesele şu: Yıllardır üniversiteyi yönetiyorsunuz. Bundan, mesela on yıl sonra birileri ‘bu üniversiteyi biz yaptık’ diyebilecek mi? Bunca yıldır üniversitede yapanın gurur duyacağı işler yapılıyor mu?”
Yumruk yemiş gibi baktı yüzüme. Besbelli işin bu yanını hiç düşünmemişti.
***
Boyner memlekete vaziyet etmek üzere yüz Türk büyüğü seçmişti. Listede hiçbir kurumdan birden çok kişi yoktu. Sadece Anadolu Üniversitesinden üç kişi vardı. Öyle üç kişi ki, üçünü bir odaya kapatsanız, 24 saat geçmeden ikisi mevta olur. Büyükerşen’in yönettiği kurumda, birbirlerini yemeden yıllarca çalıştılar, iş yaptılar, kendilerini yetiştirdiler.
***
Yetişkin ömrümün büyük bölümü, Büyükerşen’in yönettiği kurumlarda çalışmakla geçti. Çok tatmin olduğum bir hayat yaşadım. Hevesi, niyeti ve potansiyeli olan herkesin kendisine bir yol açabileceği ortamların tadını çıkardım. Bu tür ortamlar Türkiye’de pek kıttı, iyice kıtlaştı. Bir akıl ve bin elden mamul tuhaf kurumlar her yanı sardı.
Büyükerşen hakkında pek çok şey okuyup dinliyorsunuz. İşin bu yanını muhtemelen hiç duymadınız. Bence Büyükerşen’i büyük yapan vasıflarının en önemlisi budur. Türkiye’de her yöneticinin Büyükerşen’den öğrenmesi gereken birinci şey de budur.
Cemalettin N. TAŞCI