Cesur Yeni Türkiye
Sindirim sisteminizde 10 trilyon civarında canlı organizma yaşıyor. Bir trilyon civarındaki insan hücresi için azınlık demek bile kesmez yani, 12 Eylül rejimine göre barajı geçemiyorlar. Dahası var: Sözü edilen canlı organizmaların genomları, toplamda, yirmi milyon civarında gene sahip. İnsan genomunun yirmi bin civarında geni olduğu düşünülürse, malum akılların ne kadar zavallı olduğu da ortaya çıkar (http://www.nature.com/news/2008/080528/full/453578a.html).
Mesele sadece akılla sınırlı değil. Lisanımızdan kaynaklanan bir problem var. “Siz kendinizi yirmi bin geni paylaşan bir trilyon civarında hücreden mamul bir şey zannediyorsunuz ama kendi bedeninizde azınlıktasınız” deniyor yukarıdaki tespitleri paylaşmak gerektiğinde, genellikle. Yani bir biz varız, bir de bizim içimizde yaşayan yabancılar var gibi…
Hâlbuki öyle değil. Siz bir nevi, bir ormansınız. Bir yığın ağaç var ormanda. Ama ağaçlarla kıyaslanmayacak kadar çok kuş, kuşlarla kıyaslanmayacak kadar çok böcek filan da yaşıyor ormanda. Ağaçların sağlığı, yeni ağaçların ölenlerin yerini alabilmesi filan, büyük ölçüde, ağaç olmayan o canlıların mevcudiyeti sayesinde mümkün oluyor. Lafın kısası, bir orman gibi bir ekosistemsiniz.
Orman nadir rastlanan bir şey. Hele bizim coğrafyamızda… Avrupa’nın neredeyse bütün ormanları, son birkaç bin yıl içinde yakıldı, kesildi. Yerlerini ağaç fabrikaları aldı. Ağaç yetiştirilen nizami çiftlikler… Hayrettin Karaca’nın yalancısıyım, yıllar önce bir televizyon programında, “Avrupa’nın son ormanları Anadolu’da kaldı” demişti. Avrupalılar kendi yetiştirdikleri ağaç çiftliklerini ormanlardan daha nizami ve dolayısıyla da daha güzel buldular. Toplumlarını da benzer şekilde düzgünleştirmeye kalktılar. Başları fena halde derde girdi.
Türkiye’ye vaziyet edenler, Avrupa’nın performansını, Avrupa toplumlarının insan çiftlikleri gibi organize edilmesine teşebbüs edilmesinden bildiler. Devraldıkları ormanda biçimsiz buldukları insanları kesip, yerlerine kendileri gibi olanları yetiştirerek muasır medeniyet seviyesine yükselmeyi hayal ettiler. Muntazam, şöyle birerli kol sıraya girdiğinde âlemin “vay ne güzel” diyeceği şekilde görünen bir millet inşa edeceklerdi.
Başımız fena halde derde girdi.
“Yahu yanlış iş yapıyoruz galiba, eskisinden de sık hasta olmaya başladık, eski rahatsızlıklarımız iyileşmediği gibi nevzuhur hastalıklarımız da olmaya başladı” demediler. “Bütün bunlar geçici, hele projeyi bir tamamlayalım, turp gibi olacağız” dediler. Direnen unsurları temizlemek için gereken gücü temerküz ettirebilmek öyle gerektirdi, darbeler tezgâhladılar.
Her dinin mühtedileri, dinin müelliflerinden çok daha yobaz oluyor, malum. Türkiye’nin Aydınlanmacıları, Aydınlanmanın müelliflerinin “buradan öteye geçmemek lazımmış” dediği sınırları tanımadılar. Avrupalılar da insan çiftlikleri tahayyül etmişlerdi ama projeleri duvara vurunca tornistan ettiler. Bizimkiler ise duvarı yıkıp yola devam etmeye çalıştılar yani…
***
Şimdi geldiğimiz nokta şu: Memleketin Aydınlanmacılarının projelerinde kesilmesi gereken ağaç olarak tasnif edilmiş olanlar, “Avrupa’nın tekniğini alalım, fikriyatı kalsın” diye diye direnenler, nihayet kudreti ele geçirdiklerinde, memleketin Aydınlanmacılarının bile hayal edemeyeceği kadar uçmuş durumdalar. Süzme ahmaklıklarını, zevksizliklerini, cehaletlerini, adiliklerini, ahlaksızlıklarını filan mevzu etmiyorum. Öyleler ve öyle olmaları zaten başlı başına bir mesele. Ama asıl mesele, yüz küsur yıldır karşı çıktıklarını söyledikleri ne varsa, onu, daha önce hayal bile edilemeyecek kadar ileri götürmüş olmaları. Avrupa’nın fikriyatını, Avrupalıların ve memleketin Avrupacılarının cesaret edemeyecekleri kadar içselleştirmiş olmaları. Kendilerine sorarsanız Müslümanlar ama hepsi, Aydınlanma dinine çoktan geçmiş durumda…
Cesur Yeni Türkiye…
***
Şimdi bir an serinkanlı olmaya çalışıp, Doğan medya grubu hakkında söyledikleri her şeyin doğru –hatta eksik– olduğunu varsayalım. Memleketin valilerini, emniyet müdürlerini, okullarını, yargısını ele geçirmişsiniz. Kanarya Sevenler Derneği bile elinizde. Medya kaleminde görünen ne varsa onun kahir ekseriyeti de… Ama ne anlıyoruz? Memleketi felaha eriştirecek müthiş fikirleriniz ve projeleriniz, sadece Doğan medya grubunun mevcudiyeti (ve sizin lafınızı çarpıtarak manşete taşıması) yüzünden sekteye uğruyor. Tuhaf değil mi? Birkaç gazete ve birkaç televizyon şeklinde örgütlenmiş bir grup Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, yaptığınız onca yığınağı manasızlaştırıyor. Tuhaf değil mi?
Eh, bir açıdan bakınca değil. Neticede onca valilikler, emniyet müdürlükleri, gazete köşeleri ve saireler, hepsi bir araya geldiğinde bir akıl, bir zekâ ihtiva etmiyor. Yani İbrahim Karagüllerle, Efkan Alalarla, Yalçın Akdoğanlarla, Akif Bekilerle girmişseniz bir savaşa, karşıda rakip bile lazım değil. Doğan grubu bile fazla yani. Aslında orduyu isim isim yazmak da gerekmiyor, komutana bakınca kâfi…
***
Şimdi bir an serinkanlı olmaya çalışıp, “400 vekili elde edebilecek sayıyı bir siyasi parti yakalasaydı, durum bugün çok farklı olurdu” lafını, ilave açıklamalarla birlikte ele alalım. Yani mercimek kadar akıllarla bizi aptal yerine koymaları içimize sindirip, “o” partinin hangi parti olması istendiğini filan dile getirmeyelim.
Şunu sormak hakkımız değil mi: Eğer 400 milletvekilinden daha azıyla memlekette Dağlıcaların olmasına mani olamıyorsan, orada ne işin var kardeşim? Kudreti öyle temerküz ettirdiklerinde Evrenler de, Batı Çalışma Grupları da yönetti memleketi.
İlaveten, 400 milletvekilini alamadı kimse. Bu hesapça, birileri 400 milletvekili alana kadar seçim yapmayı mı sürdüreceğiz, yoksa her gün Dağlıcalara mı katlanmak zorundayız?
Aptal yerine konmayı içimize sindirip devam edelim. Ulan siz değil miydiniz Kabataş yalanlarını manşetlere, köşelere taşıyıp haber imal edenler? Siz değil misiniz, her gün manşetlerde herkesin lafını bağlamından koparıp aşırı yorumlayarak herkesi zan altında bırakan aşağılık mahlûkat? Eğer bir lafın aşırı yorumlanması, bir grup aşağılık tetikçi meczupla gazete basmayı gerektiriyorsa, siz yazmayı nasıl sürdüreceksiniz ahlaksız, aşağılık zırvalıklarınızı?
Neyse…
Besbelli işte. Artık düşmana, hasma ihtiyacınız yok. Kendi kendinizi telef edeceksiniz.