CHP, Planlama ve Örgütlenme

Dün CHP’nin “yapısal özellikleri”nin mevcut haline nasıl yansıdığını analiz ederken, “planlama” şehvetlerine vurgu yaptım. “Planlama manasızdır” manası çıkmasın. Planlama elbette lazım, sahaya çıkarken bir oyun planınızın olması gerekir ama…

Diyelim oyun planını yaparken, rakip sağ bekin ileri çıkacağını, onun boşalttığı alana orta sahadan filancayı sokmayı hesapladınız ve… Rakip sağ bek çıkmadı. N’olcak şimdi? Tanıdığım neredeyse “bütün” CHP’lilerin oyun planları öyle şeyler ki, mesela erken seçim kararı verildiğinde, “ah bilsen neler yapacaktık ama şu seçimin erkene alınması…” filan diye başlayıp, saatlerce anlatılabiliyor. Mülga olmuşlar yani. Hatta kimi durumlarda, erken seçim kararı gibi kararlar, “sırf bizim oyunumuzu bozmak için” raddesine geliyor.

Planınız olacak. Ama —öyle B, C planları filan geyikleri olmaz— dünyanın sizin öngördüğünüz gibi davranmayacağını biliyor olacaksınız ve dolayısıyla da hep tetikte olacaksınız. Kaldı ki siz, dünyanın “dışında”, birer seyirci değilsiniz, oyuncusunuz. Sizin yaptıklarınız —veya planlama yaparken yapmayı ihmal ettikleriniz— de sahada hangi tehditlerin ve hangi fırsatların zuhur ettiğini etkiliyor. Ama CHP’lilerin dünyası nesnel. Onlar şöyle de yapsa, böyle de yapsa, dünya orada, olacak olduğu gibi oluyor. Hani meşhur “kimse gözlemese de ormanda ağaçlar düşüyor” geyiği var ya…

Plan yapabilmek için, dünyanın öngörülebilir olduğunu kabul etmeniz gerekir. Eh, öngörülebilir yanları var dünyanın. Ama dünya bir bütün olarak öngörülebilir değil. Yani yaptığınız öngörülerin önemli bir bölümünün çuvallayacağı kesin. Ben de öngörülerde bulunuyorum —mesela “seçim sonrası şunlar olur” demişim. CHP’liler ise “İnce Başkanlık kovalamayacak” demişler. O tarihlerde öyle görünüyordu, ben de farkındaydım. Ama bir yığın şeyin yaşanacağı ve tortu bırakacağı, hiçbirimizin o tarihlerdeki “biz” olarak kalmayacağı aşikârdı. Bir defa daha “öz” meselesi geliyor gündeme. Herkes hep aynı kalacağını varsayıyor. Herkesin aynı kalacağını da…

Öngörülemezlik, sadece herkesin değişiyor olmasından kaynaklanmıyor. Netice itibariyle her an sayısız “karar noktasından” geçiyoruz, birileri seçiliyor, diğerleri imkân dışına çıkıyor. Ama filanca tercih yapıldı diye seçenek sayısı azalmıyor, çok zaman artıyor. Evet, seçilmemiş seçenekler tedavülden kalkıyor ama yeni karar düğümleri ve her karar düğümünde yeni seçenekler zuhur ediyor. Muğla kavşağında Antalya’ya döndünüz diye, artık karşınıza hiçbir kavşak çıkmayacak değil. Otomobili kendi haline bıraksanız, bir kader olarak Antalya’ya ulaşacak değil yani… Tamam, Marmaris, Bodrum filan seçenekleri gündemden düştü de…

Ve bir başka mesele daha var. Ken Burns’un The Vietnam War dizisinde, döneme şahit olmuş biri, bir şehir efsanesi anlatıyor. Amerikalılar, galiba 1968’de, Vietnam’a yığdıkları personel, silah, mühimmat ve saire hakkındaki bilgileri delikli kartlara delmiş, Cuma akşamı bilgisayara yüklemişler —dönemin ruhu öyleydi ki, bütün müşkül problemler bilgisayara Cuma akşamı yüklenirdi ki, hafta sonu rahat rahat çalışsın… “Biz savaşı ne vakit kazanırız” diye sormuş ve gitmişler. Pazartesi sabah bakmışlar ki bilgisayar, “1965’te kazanmıştınız” cevabı vermiş, “eğer karşıda bir düşman olmasaydı”. Karşıda bir düşman, en azından rakip/ler var. Sadece onlar da değil müşkülat çıkaran, müttefikler bile, yeri gelir, sizin tahmin ettiğiniz işi yap(a)maz. Filan.

CHP’liler dünyası, dediğim gibi nesnel, bütün oyuncuların ne yapacağı önceden bilinen bir dünya. Biri yapmayıveriyor, CHP’liler gözlerine far tutulmuş tavşan gibi kalakalıyorlar. Feedforward bir dünyaları var, öyle akıp gidecek ve tam da önceden öngördükleri biçimde akacak. Yoksa… CHP’liler oyna(ya)mıyor.

***

Bir de “örgütlülük” meselesi var, dün sözünü ettiğim. Örgütlenme de fena bir şey değil. Ama örgütlenmeden ne anladığınıza bağlı. Sendikalar, odalar ve sair “örgütler”, CHP’lilerin varsaydıkları işleri yapmak üzere teşkil edilmiş olan örgütler değil. Ama mesele sadece buradan çıkmıyor. Bir yığın örgüt, CHP’nin yüz yüze kaldığı problemlerin çoğu için, en azından münasebetsiz.

Ama örgütlenme konusunda esas sıkıntı o da değil. Örgütlenme kelimesi, tanıdığım bütün CHP’lilerin zihinlerinde, “yukarıdan aşağı” bir talimat akışı manasına geliyor. “Büyüklerimiz bilirler”. Aşağıdan yukarı malumat akmıştır, “yukarıda” değerlendirilmiştir ve verilen karar aşağıya doğru tebliğ edilmiştir. “Her zamankinden daha zor günler yaşamaktayken, birlik ve beraberliğe zarar verici eylemlerden kaçınmak gerekir”. Bu yapı “örgüt” değil, makine… Örgütlülük, birbirinden farklı olan unsurların bir araya gelmesiyle oluşur. Bir futbol takımı bir örgüttür ve ortak bir amaç için hareket eder ama (a) her oyuncunun farklı —tercihan diğerini tamamlayan— özellikleri olur ve (b) oyun içinde her oyuncunun geniş bir özerkliği vardır. Çok zaman, takım içindeki oyuncuların tercihleri ve menfaatleri birbiriyle çelişir. Herhangi bir anda “ortak ses” çıkmaz.

Dahası ve daha fenası… CHP’nin “içinde”, milletvekili, karar organlarında yer alan, il/ilçe yönetimlerinde yer alan zevat için CHP, kendilerinden müteşekkil bir “örgüt”. Filanca milletvekili, parti yönetimindeki falancayı seviyor veya sevmiyor olabilir. Ama son tahlilde, partinin “dışında” kalmış, partiyi destekleyen, ona oy veren kişilere “karşı”, bir birlik, bir “çete” halinde davranılması gerekir. İnce’nin, kampanya sırasında kendisini destekleyen, seçimden sonra da “Kılıçdaroğlu gitsin, İnce gelsin” ruh durumunda olan seçmenleri oyuna ortak etmek istememesinin ardındaki esas sebep, bu dar “örgütlülük” anlayışı. Aydınlanma aklının örgütlülük anlayışı. Bunu bilinçle, iradi olarak böyle değerlendirdiğini iddia etmiyorum, kavram haritası böyle. Ve bütün CHP’lilerin böyle.

Bu hususta söylenebilir daha çok şey var ama zaten yıllar önce —söyleyebileceğim en iyi biçimde— söylemiştim. Onu da yarına bırakalım.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et