Dantel

Ümit Kıvanç geçenlerde şöyle şık bir yazı yazdı. Yazıda son derece ekonomik bir biçimde hikâye edilenlere ilave edebileceğim hiçbir şey yok. O hikâyenin son derece mühim, üzerinde düşünülmesi gereken bir hikâye olduğundan da hiç şüphem yok.

Ve lakin… Kıvanç’ın veciz bir biçimde kurduğu evrene paralel bir evren daha var: Dantellerin, mangalların evreni. O paralel evrende uzun bir gezintiye çıkarmak isterim sizi.

Bu memleketin kadınları, el emeği göz nuru danteller işliyorlardı/işlediler. Neden? Hayatlarını, sevdiklerinin hayatlarını biraz daha güzelleştirmek için. Ellerinden gelen buydu. Veya mesela, biraz imkânları varsa —hatta imkânlarını zorlayarak— çocuklarına, misafirlerine kekler yaptılar, çünkü sadece doyurmakla yetinmek istemiyorlardı. Derken televizyon alıcıları oldu mesela ve onların üstüne de dantellerinden koydular, televizyonun karşısına geçip seyrederken kekler servis ettiler.

Anlaştık değil mi, memlekette milyonlarca kadın, hayatı daha güzel yapmak için, bildikleri kadarıyla çaba harcadılar. Peki, neyle karşılaştılar? Memlekette geniş bir kesim, televizyon alıcılarının üstündeki dantelleri alay mevzuu yaptılar. Yaptılar bakın! Hâlâ yapıyorlar. Muhtemelen siz de yapıyorsunuz.

Memleketin sosyolojisini tehdit edip duran fay hattı, tam da o dantellerin işlendiği aileler ile onların alaya alındığı kesimler arasından geçiyor.

Hoş mu o televizyon alıcılarının üzerindeki danteller? Bence değil. Ama bence o dantelleri işleyip oraya buraya yerleştirmenin arkasındaki güdü, yani etrafını güzelleştirme güdüsü çok hoş. Çok kıymetli.

Ve…

İddia ediyorum ki, o dantelleri alaya alan kesimlerin öyle güdüleri yok —veya çok zayıflamış. Neden yok? O güdüyü ikame eden ne?

Filmi biraz geriye sarmak gerekiyor.

Türkiye’nin münevverleri, üç yüzyıl boyunca yeniliyor olduklarını aniden, 18. Yüzyılın sonlarında idrak etti. Yani kaybedilen şu filanca savaş, kaybedilmiş ve bir süre sonra rövanşı alınabilir olan bir savaş değildi artık. Daha önceki birçok yenilgi ile takip edecek mukadder yenilgilerin arasındaki bir başka yenilgiydi. Bütün bir 19. Yüzyılı, bu gidişatı nasıl tersine çevirebileceklerine hasrettiler. Gidişatın tersine çevrilebilir olduğundan, kendilerinin bir yol bulabileceklerinden emin idiler yani.

O süreçte de yenile yenile, Anadolu’ya kadar sıkıştılar. Nihayet Cumhuriyet’i kurdular ve heybelerinde birikmiş olan ne varsa Cumhuriyet’e koydular. Heybelerinde birikmiş olanın içinde danteller, güllaçlar, nihavendler ve benzerleri yoktu. Anlaşılabilir bir şey. Bir defa sert bir dövüş atmosferinde bilenmişlerdi ve ilaveten, bileğini bükemedikleri ötekinde danteller, güllaçlar, nihavendler yoktu. Vardıysa eğer Fransa’nın köylüklerinde bunların muadilleri, memlekete vaziyet etmeye soyunmuş olanların o köylüklerden haberleri yoktu. Onlar Paris’i, Louvre’u biliyorlardı ve bütün Fransa’nın Paris gibi olduğunu zannediyorlardı. Tenis oynayan Fransızlar tanımışlardı ve bütün Fransızların tenis oynayabildiğini varsayıyorlardı.

Kendi hayatlarını güzelleştirmekle, ufak tefek mutluluklarla avunabilecek insanlar değillerdi, Türkiye’yi bir dantel gibi işleyip medeniyetler sahnesinin göz alıcı bir yerine yerleştirmeye soyunmuşlardı.

Yani?

Esasen ahalinin de, münevverlerinin de birer güzellik anlayışı ve arayışı vardı. İkisinin güzellik anlayışları da arayışları da —dönemin şartları hesaba katılacak olursa— sakildi. Yani bir açıdan bakınca, birbirlerine benziyorlardı. Ama aralarında bariz bir asimetri de vardı. Birinci kesimdekiler, yani dantellerini televizyon alıcılarının üzerine yerleştirecek olanlar, ikinci kesimdekilerin nesnesi idiler. Birilerini nesneniz kılmak kolay iş değildir, dolayısıyla hikâyenin Kıvanç’ın anlattığı güzergâhta ilerlemesi —devletin hesap vermezliğini tahkim etmek için her fırsatı değerlendirmesi mesela— kaçınılmazdı. Öyle de oldu.

O biçimsiz hikâyede henüz ahalinin televizyon alıcılarının üzerindeki dantellerle alay edenler yoktu. Çünkü —dediğim gibi— ahalinin halleriyle alay etmek filan gibi şeylerle vakit kaybedemeyecek kadar meşguldüler memleketin seçkinleri. Ciddi işleri vardı. Ahalinin ne yaptığıyla fazla meşgul değil idilerse, biraz da, zaten ahaliyi topyekûn, yeniden, zihinlerindeki modellere göre biçimlendirmeye kararlı olduklarındandı.

Ahalinin dantelleriyle alay edenler sonradan zuhur etti. Çok sonra. Altmışlardan sonra. Sehpalarının üzerinde danteller olan, hatta bir kısmında dantellere bile imkân bulunamayan evlerde büyümüşler, o dantelleri işleyen eller tarafından yetiştirilmişlerdi. Birer diploma aldılar ve zıvanadan çıktılar.

Kendisiyle alay edilen biricik şey danteller değil. Mesela geniş bahçeli evleri oldu o diplomalı çocukların, bahçelerinde dostlarıyla mangal —pardon barbekü— partileri yaptılar. Geniş bahçeleri olmayanlar onlara özenip, bir Doblo edinmeye ve şehrin parklarında mangal yapmaya başladılar. Memleketin dışarıdan transfer edilmiş kaynaklarıyla okumuş —o okullar o kaynaklarla yapıldı— o kaynaklarla sebepsiz gelir elde etmiş zibidiler, bir yandan memleketin borçlanmasına laf edip, bir yandan zevksiz barbekü partilerinde kendilerine ve birbirlerine hayranlaşırken…

Bu kadarla yetinseler yine iyiydi, bir de ahalinin parklarda mangal yapmasıyla alay ettiler. Hatırladığım kadarıyla şehrin göbeğindeki çim alanlardaki mangal partilerine iyi kötü bir çözüm düşünenler, ilk önce RP’li belediyeler oldu, mangal yapılabilecek alanlar düzenlediler mesela. Sözünü ettiğim zibidilerin herhangi bir problemi çözmek gibi bir dertleri yoktu, zaten olsaydı da herhangi bir problemi çözebilecek kabiliyetleri yoktu. Ama kendilerine ve kendileri gibi olanlara hayrandılar. Hâlâ hayranlar.

***

CKare’deki son videonun altına Mehmet Ulvi Topçuoğlu isimli bir izleyici “Hocanın dinlediğim çoğu konuşmasında temel tespiti ve şikâyeti, kolektif mekanizmanın işleyişine müdahale edilmesi sanırım. Çeşitliliği en güçlü halinde tutacak, dengeli bir iklimi sağlıklı buluyor. Kökenlerden gelen devletçilik toplumda çok güçlü. Eğitim sistemi halen bu eksende şekilleniyor. Aydınlar da bu kısırdöngü içinde kalmış olabilirler mi? Sınıfsal bir ‘satış’ halini kafamda gerekçelendiremedim.” diye yazmış. Sağ olsun. Kıvanç’ın yazısını hatırlamama ve danteller ile bir araya getirmeme o uyarı sebep oldu.

Kıvanç’ın yazısı da delil ki, toplumda devletçilik güçlü filan değil. Zaten olamaz. Devletçilik, 19. Yüzyılda inşa edilen, Cumhuriyet dönemi aydınları tarafından tahkim edilen bir şey. O aydınların devletçiliği anlaşılır bir şey, kendileri devlet idiler. Devleti ele geçirmek için kendi aralarında kıyasıya mücadele ettiler ve kazananlar, her defasında, kaybedenleri imha ettiler. Ya devlet başa ya kuzgun leşe bir can pazarıydı Osmanlı’nın son döneminde münevver, Cumhuriyet’in ilk döneminde aydın olmak. O şartlarda devleti ele geçirenlerin devletçi olması ve devleti topluma dayatması anlaşılır bir şeydi.

Ve fakat, Topçuoğlu haklı, mesele sınıfsal bir şey olarak görülemez. Çünkü ortada bir sınıf filan yok, bir zümre var. Hiçbir şey için bir bedel ödememiş, herhangi bir şeyin hakkından gelmesi müşkül, herhangi bir uluslararası rekabette nal toplayacak, hatta eşit şartlarda mücadele etmesi gerekse o dantelli evlerin sakinlerine bile her defasında tuş olacak bir zümreyi, Türkiye, mütemadiyen yeniden üretiyor.

O zümrenin kendi hayatını güzelleştirebilecek bir kabiliyeti yok mesela —gösterişçi tüketimle zevksizliğinin sebep olduğu tatminsizliği gidermeye çalışıyor, olmuyor. Memleketin eski model aydınlarınınki gibi hayalleri de yok. Yegâne tatmin kaynakları, hayatlarına mana katmalarını sağlayan biricik şey, televizyon alıcılarının üzerindeki dantellerle alay ederek, yoksul hayatlarına Doblo’larla renk katmaya çalışan insanlarla alay ederek, kendilerini o insanlardan ayırmak.

Sadece zevksiz ve ahlaksız olsalardı belki de dert olmayabilirlerdi. Ama ilaveten, her gerektiğinde devlet tarafından devşiriliyorlar. Toplumun devleti dengeleme fırsatını bulduğu her durumda, teraziyi yeniden büküyorlar.

Ve…

Bütün bu hikâyeyi çok önemseyip yıllardır neredeyse münhasıran bunun etrafında yazıp çizmemin esas sebebi ise, günümüzün sosyopolitiğinin neredeyse sadece bu aksta biriken enerji ile şekilleniyor olması. Yani bizi kasıyor olan gerilim buradan neşvünema buluyor. AKP’nin arkasındaki kitle, işbu zümrenin şerrinden yıldığı için orada duruyor.

Bu memlekette müzik yok, roman yok, şehir yok… Çünkü bütün bunları yapacak aydınlar yok. Çünkü aydın kadroları herhangi bir şeye akılları ermeyen, hayattan yegâne beklentileri devlete yaslanıp dantelli ve Doblo’lu kesimleri aşağılamaktan ibaret olan bu biçimsiz, zevksiz, vasıfsız zümre tarafından işgal edilmiş durumda. Bu memlekette futbol da yok mesela, çünkü kulüpleri ele geçirmiş olan o aynı kesim, memleketin çocuklarını heder edip durdular. Ne zaman ki o çocukların bazıları çocuk yaşta memleketten kaçma fırsatı bulmaya başladılar, memleketin dokusunun öyle yetersiz olmadığını gördük —yani şimdilerde…

Müzik yapamayan, roman yazamayan, hayal kuramayan, gazete yapamayan, şehirlerin telef olmasına seyirci kalan bu zümre, memleketin halinin dantellerle, Doblo’larla açıklanması için var gücüyle mücadele ediyor. Bir sınıf ve dolayısıyla bir sınıf bilinci yoksa da bir zümre, dolayısıyla da bir zümre bilinci var. O zümrenin dantelli, Doblo’lu kesimlere ihtiyacı var, ancak onları aşağılayarak hayatına bir mana katabiliyor. Ama aydınlara ihtiyacı, dolayısıyla da tahammülü yok. Ve memlekette Ertuğrul Özköklerin, Bekir Coşkunların, Emin Çölaşanların, Yılmaz Özdillerin aydına sayılması için canhıraş bir çaba harcayan bu vasıfsızlar sürüsü, kazara bir orijinal insan başını çıkaracak olursa…

Biliyorsunuz işte.

***

Özetleyecek olursam…

Dantelleri, Doblo’ları, Caddebostan veya Karşıyaka sahilinde mangal yapmaları sakil buluyorum. Ama o işleri işleyen insanların bir hayatiyeti var. Hayatı hiç değilse kendileri için daha güzel yapabilmek için müthiş bir yaratıcılık sergiliyorlar. Eğer memleketin aydınları olsa, o insanlara rol model olsa, demek ki, sözünü ettiğimiz insanlardan ümitli olabiliriz.

Ellerinde o insanların sahip olduğundan misliyle fazla imkân olan ama o imkânlarla dişe dokunur bir tatmin üretemeyen, dünyanın aniden zenginleştiği dönemde dünyanın kırıntılarıyla aniden zenginleşmiş, o zenginleşmeye zerre kadar katkı sağlamadığı halde zenginleşmiş olan, kerameti kendinden bilen züppelerden ise ümitli olmak için bir sebep yok. Olmadığını her gün yeniden ispatlıyorlar.

Bugünkü maç, bu iki kesim arasında. AKP’ye oy verenler, zannettiğinizin aksine, hiç de ahmak filan değiller. AKP’den memnun filan da değiller. Ama işbu parazitleri dengeleyecek başka bir enstrüman yok ellerinde.