Daraltılmış Gerçeklik
Etyen Mahçupyan “daraltılmış gerçekliğin ahlaksızlığa zemin oluşturabileceğini” söylemiş (http://www.aksam.com.tr/yazarlar/sizin-masallariniz-bizim-hikayemiz/haber-427328). Sonra da, herhalde, kendi tezini örneklemek için gerçekliği daraltıp ahlaksızlığına zemin yapmış.
Yazıyı okursunuz, ben “gerçekliği daraltıp”, kısa bir alıntı yapacağım: “1990’ların ortasında Anadolu’daki bir müşterim aramıştı. ‘Bugün burada bir devrim oldu’ dedi. ‘Kırk yıldan beri ilk kez bir devlet ihalesi Koç gurubu dışında ve yerel bir işadamına verildi’. AKP o devrimin siyasi öznesi olarak ortaya çıktı. İslami kesimin hasbelkader iktidara uzanmasını değil, toplumsal ve tarihsel bir ‘geri tepmeyi’, yerli ve sahici olanın ‘meseleye’ el koymasını ifade etti…”
1990’ların ortasında Anadolu’dan arayan malum müşteri, tek başına gerçekliği tamamlamış mı oldu? Yani bahse konu olan adamın dediğinin ne kadar doğru olduğunu, kırk yıl boyunca her yerde bütün devlet ihalelerinin Koç grubuna gittiği imasının gerçekliği yansıtıp yansıtmadığını sorgulamıyorum. Sorguladığım şey şu: Anadolu’daki o şehirdeki devlet ihalelerini hak ettiği için mi aldı Koç grubu, yoksa adaletsiz bir sistem yüzünden mi mesela? Bunu bilebiliyor muyuz? Veya o kutlu devrim gününde ihaleyi alan yerel işadamı hak ettiği bir ihaleyi mi aldı, yoksa haksız bir rekabetle mi?
Gibi…
Böyle onlarca, yüzlerce soru sorabilirim. Ama lüzum yok. Mahçupyan bir zulüm rejiminin “geri tepmesi” dediği bir ruh halinden söz ediyor, tamam anlaşalım. Koç grubunun her dönemin firavunlarının kayırılmış evladı olduğu zannı bende de mevcut. İyi ama buradan yerli ve sahici olanın ‘meseleye’ el koyduğuna nasıl zıpladık? (Kaldı ki, devrim, anlaşılıyor ki, AKP’ye ihtiyaç olmadan, 90’ların ortasında zaten olmuş.)
13 yılda yerel işadamlarının ne kadar devlet ihalesi alabildiklerini filan sormuyorum. Lazımsa istatistikler bulunur ve gerçekliğin daraltılmamışına erişildiği illüzyonu imal edilebilir. Ve muhtemelen çok acı bir gerçeklikle yüzleşmek zorunda kalınır. Sorduğum soru başka: Ortada yerli ve sahici olan bir şey var mı?
Olan şey şu: Musacılık oynamaya hevesli firavun ruhlu biri, gerçekliği daraltıp, “Koç grubuna karşı yerel işadamları” oyunu sahneye koydu. Mahçupyangiller de onun değirmenine su taşıdılar. “Meselemiz Firavunla değil, firavunlukla” diyenlere, başlangıçta “bizim de, bizim de” dediler. “Adam Musa olmayıp Musa taklidi de olsa, Firavunu yenip firavunluğu tasfiye etmekte bir koçbaşı olarak kullanılabilir, sonrasını sonra hallederiz” dediler.
Ve Firavun yenildi.
Ne gördük? Mahçupyan’da, Bayramoğlu’nda, Gülay Göktürk’te ne gördük? Fehmi Koru’da, Karaalioğlu’nda ve yeni türeyen zibidilerin hiçbirinde olmadığı kadar ahlaksızlık. Gerçekliği daraltıp, Firavunun yenildiğini gizleyip, savaşın sürdüğü zannını diri tutup, yarattıkları yeni Firavunu meşrulaştırmak için her şeyi göze almak.
Savaş bitti. Ama tıpkı dağdaki eşkıyanın, eğer savaşın bittiği idrak edilirse terhis edileceğini, üniforması çıkarıldığında da altında insana benzer bir şey olmadığının herkesçe fark edileceğini hissettiği için savaş bitmesin diye her şeyi yapması gibi, Mahçupyangiller de gerçekliği daraltıp, hâlâ Koç grubu masalları anlatıp, “bakın bize hâlâ ihtiyaç var, halının altına süpürmeyin” diye bağrışıyorlar. Koç grubunun, onlarca yılda, devlet ihalelerinin üzerinde tekel kurarak (ama bir yandan da milyonlarca istihdam yaratarak) üretebildiği servetten daha çoğunu, birkaç yıl içinde, zerre kadar istihdam ve katma değer yaratmadan derleyenlerin finanse ettiği gazetelerde yazabilmek için elzem bu. Çünkü yerli ve sahici olanın “benim sırtımdan kestiğiniz kurbandan bana bir pay düşmedi” demesini ertelemek için “savaş var, savaş” demek, buna inandırmak gerekiyor.
Eh, 3-5 yıl içinde, doksan yıllık zulüm imparatorluğunun ürettiğinden daha büyük servetleri üretmek için bu ülkede, mesela Rusya’daki gibi doğal zenginlikler yok. Ortada müthiş yenilikçi bir buluş, bir dünya markası filan da yok. Hatta nevzuhur dolar milyarderlerinin ne işle iştigal ettikleri bile meçhul. Yani, sizin anlayacağınız, dünya literatürüne geçecek bir iktisadi mucizeye şahit olduk biz on yılda. On yılda on beş milyon genç yaratamadıksa da, kırk küsur dolar milyarderi yarattık, niceleri başaramazken.
Ama siz onları boş verin, 90’ların ortasında Anadolu’da Koç grubu diye bir ejderha varmış, yerel işadamlarını yiyormuş, Mahçupyangillerin kahramanı Erdoğan diye biri çıkmış… Onlar ermiş muradına, siz üniformanızı giyin, cepheye…
Bu mevzuu başkasına bağlamadan kendi tanımlarımı yapayım: Benim için budalalık, daraltılmamış bir gerçekliğin mevcut olduğu ve kendi gerçekliğinin aha işte o daraltılmamış olanından olduğu zannına sahip olmaktır. Ahlaksızlık ise, kendi gerçekliğinin de pekâlâ daraltılmış olanından olduğunu bile bile, başkalarının gerçekliğine daraltılmış olduğu için çamur atabilmektir. Mahçupyan’a budalalık mı yoksa ahlaksızlık mı yakışıyor, siz karar verin.
Bir de şu var: Dünya firavunsuz dönmüyor olabilir, bilemem. Ama firavunsuz bir dünya hayali kurulamıyorsa, dünya hiç dönmez bana göre. Firavunsuz bir dünya hayali kuramayacaksam, yaşamasam da olur yani. Mahçupyangiller başka ahlaksızlıklarının, mesela kendi menfaatleri öyle gerektirdiği için savaşın bitmiş olduğu gerçekliğini gizleyip nevzuhur Firavuna meşruiyet sağlamanın hesabını nasıl verirler bilemem ama bir yığın insanı “Firavunsuz da olmuyormuş, işimiz aralarından birini seçmekten ibaretmiş” noktasına sürüklemiş olmanın hesabını asla veremeyecekler.
***
Esra Elönü diye bir kadın varmış. “IŞİD’li mücahitlerle sevişmek cihaddır. Cenneti garantilemektir.” demiş, eğer doğruysa…
Eh herkes bir yerine takılabilir bu lafın. Kendi hesabıma, yüzlerce sayfa yazabilirim. Ama merak etmeyin, kısa kesmeye çalışacağım. Çünkü bir tek yanından bakacağım meseleye… Ama önce, Elönü’nün önermesinin yaygın kabul görmesi halinde ortaya çıkacak tabloyu gözümüzde canlandırmaya çalışalım: Dünyanın dört bir yanından, öldükten sonra cennete kavuşma hayaliyle gencecik delikanlılar geliyor, IŞİD’e katılıyor, biliyoruz. Eh, Elönü ve ona inanan kadınlar da, kestirmeden cenneti garantilemek için, aynı coğrafyaya ulaşabilirler. Bu gece şu mücahidin, yarın ötekinin yatağında gezebilirler. “Canım Elönü’nün kendisi evli” demenizin bir manası yok, siz de biliyorsunuz. Eğer önerme doğruysa, kocasını ve çocuklarını bırakıp gitme karşılığında, sevişe sevişe kazanacağı mükafat, cennet. Daha ne olsun?
Zihninizde İslam denince uyanan imgeler var. Bu imgelerin çoğu değilse, önemli bir bölümü kadın ve cinsellik hakkında. Şimdi kafanızda oluşan İslam ve kadın, İslam ve cinsellik temalı önermeleri alt alta yazın. Bu önermelerden yola çıkarak, yukarıda “gözümüzde canlandıralım” dediğim tabloya ulaşabilir misiniz? Gencecik kadınların, gencecik erkeklerle, öyle serbestçe, cenneti kazanma sarhoşluğu içinde sevişip durdukları bir coğrafya, sizin kafanızdaki İslam, kadın, cinsellik kabulleriyle ne kadar örtüşüyor?
Demem şu: Sizin ulaşmanıza asla imkân olmayan fanteziler, anlaşılan o ki, tastamam sizinkine benzer öncüllerden hareket eden ve tastamam sizinkine benzer çıkarım kurallarını istihdam eden Elönü’nün zihninde oluşabiliyor. Yani her gerçeklik daraltılmış, hatta öznel bir gerçekliktir.