Demokrasiye Hazır Olmak

Ahmet Murat Aykaç Gazete Duvar’da, memleketin yakın geçmişini geniş açılı bir bakışla özetlemiş (https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/06/16/asiri-hakim-parti-sistemi-parcalanmadan-kutuplasmaya/). Yazıya ekleyeceğim, çıkaracağım bir şey yok, okunması gerektiğini düşündüğüm için zikrettim.

Ekleyeceğim, çıkaracağım bir şey yok ama yazının tetiklediği —yazı ile alakası kolayca kurulamayabilecek— bir husus var. Memleketin/toplumun demokrasiye hazır olup olmadığı, ne kadar hazır olduğu filan gibi laflardan söz ediyorum.

Birbirini pek de andırmayan pek çok kişiden işittim, başımıza gelen belaların, memleket henüz demokrasiye hazır değilken demokrasiye geçilmiş olmasından kaynaklandığını. Siz de işitmiş, hatta benzer lafları etmişsinizdir muhtemelen.

Lafın kendisini, üzerinde konuşmaya değer bulmuyorum. Ama bu lafı edebilmeye imkân sağlayan dünya tasavvurunu (mindset) didikleyip duruyorum. Yine didiklemeye çalışayım.

Memleketin demokrasiye hazır olmadan demokrasiye geçtiği ve/veya şimdi de henüz hazır olmadığı için demokrasinin askıya alınması gerektiği iddiasının ardında —hatta “ardında” değil ta “içinde”— (a) demokrasinin bir safha olduğu ve (b) o safhaya demokrasisiz ulaşılabileceği varsayımları yatıyor. Hani çocuk doğmuş, altı yaşına gelmiş ve “okula gitme çağına” ulaşmış filan gibi. Bir “lazım şartlar listesi” varmış, ilk altı yıllık süreçte ikmal edilmiş, sonra okul safhasında başka şartlar ikmal edilmiş ve sonraki safhaya geçilmiş…

Biz okurken, ilkokulu ve liseyi bitirebilmek için “bitirme imtihanları” vardı —o kadar eskiyim, evet. Okulda edinmen beklenen şeyleri edinmiş misin, edinmemiş misin, bir dizi imtihanla “ölçülüyordu”. Edinmişsen atlayabiliyordun bir sonraki safhaya.

Edinmişsen?

Yok, hayır. “Edinmişsen” değil, imtihan heyeti “edindiğine kanaat getirdiyse.”

İlkokul, ortaokul, lise, yüksekokul filan gibi kategoriler var, ben de biliyorum. Ama insanın “öğretim” süreci, gerçekte, öyle “kesintili” bir süreç değil. Öyle, akıp gidiyor. Gerçekte “ilköğretimde edinilmesi gereken şeyler” diye bir dizi bilgi/beceri/tutum filan yok, üzerine sonra başka şeylerin ilave edileceği… Bir yerlere bu tür “lazımlar” kaydedilmişse —ki ben bu eğitimcileri bilirim, mutlaka kaydedilmiştir— onların edinilmiş olup olmadığı bir seri imtihanla ölçülemez. Ya ne olur, ne oluyordu? Varmış, ölçülüyormuş gibi yapıyorduk. Aslında öğretmenlerimiz bizim hakkımızdaki kararlarını, imtihandan önce vermiş oluyordu.

Uzattım, hayat öyle safhalara bölünebilir bir şey değil. “Türkiye demokrasiye hazır değil/di”cilerin imrendikleri demokrasiler, öyle, “tamam bu safhadaki lazımları ikmal ettik, şimdi sonraki safha” diye yol almadılar. Elbette 16. Yüzyıl İngiltere’si ile 18. Yüzyıl İngiltere’si ve onunla da şimdiki İngiltere aynı değil. Olağanüstü değişti her şey. Ama değişim safhalar halinde gerçekleşmedi, bu bir. İkincisi, Fransa veya İsviçre mesela, benzer yollardan geçmedi.

Demokrasinin lazımları var mı? Var. Ama onlar “dışarıda” belirlenebilir, edinilmiş olup olmadığı “dışarıdan” tayin edilebilir şeyler değil. İlaveten, demokrasi dışı süreçlerde, bir takım “öğretmenler” vasıtasıyla, planlı bir biçimde kazandırılabilir şeyler de değil. Demokratikleşme, toplumdaki “öğrenme”lerin toplamına verdiğimiz bir isim ve her toplum sürekli öğrenip duruyor. (Demokrasi, ilaveten, toplumun öğrenmesini hızlandıran bir sosyal örgütlenme tarzı ama şimdi mevzumuz bu değil.)

“Toplumdaki öğrenmelerin toplamı” dediğimde, hemen herkesin aklına, toplumun bireylerinin “öğrenmiş olduklarının” toplamı geliyor. Öyle değil. Toplum, bireylerin karşılıklı etkileşimlerinden zuhur eden, “emergent” bir özne. Karıncalar kendi başlarına pek az şey biliyorlar ama her karınca kolonisi, sanki bir tek organizmaymış gibi, kolonideki karıncaların akılları ile kıyaslanmayacak bir “akıl” sergiliyor. Karınca ile karınca kolonisi arasındaki fark bir nicelik farkı değil, mahiyet farkı.

Daha önce muhtelif vesilelerle dedim, sistemler karmaşıklaştıkça, “sistemlerin sinir sistemleri” de karmaşıklaşır. Sistemler ancak “sinir sistemleri” paralel ve uygun bir karmaşıklaşma sergileyebilirse karmaşıklaşabilirler. Demokrasi, bir yandan karmaşıklaşan toplumların karmaşıklaşmasına cevap olarak evrimleşti, öte yandan da demokrasi sayesinde toplumlar daha da karmaşıklaşmayı sürdürebiliyorlar.

Ve karmaşıklaşma iyidir.

Ama…

Eğer karmaşık (kompleks) bir varlıktan söz ediyorsak, artık o varlığın “öğrenmesi”ni, karmaşık toplumu meydana getiren unsurların öğrenmesine indirgeyemeyiz. Siz öğreniyorsunuz ama hücreleriniz, hatta nöronlarınız öğrenmiyor. Değişiyorlar elbette ama sizin öğrenmenizi andıran bir öğrenme gerçekleşmiyor hücre seviyesinde…

Dolayısıyla, “biz henüz hazır değiliz” deyip, perdeyi kapatıp, hazır olana kadar “bilenlerin” denetiminde hazırlanmakla başarılabilecek bir şeyden söz etmiyoruz. İdman yaparak futbolcu olunmaz, sahada oynayarak olunur. Sahaya çıkıldığında da, yığınla hata yapılır. Eğer öğrenebilirseniz futbolcu olabilirsiniz.

***

“Aykaç’ın yazısının tetiklediği ama o yazıyla pek de alakası kurulamayabilecek şeyler diyeceğim” diye başladım ama pek de öyle değilmiş. Aykaç’ın perspektifinden bakarsak, Türkiye, demokrasisinin sancılı dönemlerinin birinden —ki galiba sancısız bir dönemi de olmadı Türkiye demokrasisinin— “değişerek” ve “kurumlarını değiştirerek” çıkmış. Öğrenmiş.

Ne öğrenmiş? Öğrendiği iyi bir şey mi, kötü bir şey mi? Öğrendiği doğru mu, yanlış mı?

Bu tür süreçlerde doğrudan, yanlıştan söz etmek çok da manalı değil. Kullanılması lazım gelen sıfat, bence, “uygun” sıfatı. Öğrendikleri “uygun” mu, değil mi, gibi… Neye uygun mu? Çevreye, yani dünyaya… Dünyanın başka toplumlarına…

Eh, geldiğimiz nokta itibariyle, dünyaya uyumlu bir biçimde yol alıyor olduğumuzu söylemek kolay değil. Daha fenası, dünyaya uyum sağlamaya hevesimiz var idiyse, onu bile kaybetmiş görünüyoruz.

Böyle bakınca, birbirine ters istikameti olan iki yönelim var gibi görünüyor.

Olumlu olanı, otuz beş yaş altı nüfusun toplumun kalanından tamamen başka bir dokuya sahip olması. Yani Türkiye demokrasisi, Türkiye dünyadan giderek uzaklaşırken dünyaya giderek daha da entegre olan ve daha da entegre olmaya hevesli olan genç bir nüfus üretmiş görünüyor.

Olumsuz olan yönelim ise, toplumun karmaşıklık seviyesinin zaten çok gerisinde olan “sinir sistemi”nin, bir yandan Erdoğan/AKP marifetiyle kavramsal düzlemde ve öte yandan da 16 Nisan referandumu vasıtası ile memlekete sokuşturulan manasız sistem marifetiyle kurumsal düzlemde aşırı basitleştirilmiş olması.

24 Haziran’da sandıktan çıkan netice ne olursa olsun, Türkiye’nin ağırlığını, özellikle de gençliğin toplumun genel ortalamasından giderek ayrışmasının yol açtığı gerilimlerin ağırlığını asla taşıyamaz. 24 Haziran’da birçok kolon, taşıyamadıkları yükün altında kırılacak. O kırılmaları ve kırılmaların yol açacağı hasarı demokrasiye fatura etmemek, aksine olup biteni demokrasiden sapmanın sonucu olarak okumayı sağlamak gerekiyor. İktidarı elde etmekten daha fazlasını hayal ve talep edenlere söylüyorum.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin