Endişeye Mahal Yok

Davutoğlu’nu daha önce hiç dinlememiştim. Kılıçdaroğlu ile yaptığı görüşmenin ardından basının karşısında sesi titrekti. Sanki jüri karşısında, kendisinin güvenmediği ödevi müdafaa etmeye çalışan bir öğrenci gibiydi. Hep böyleyse, özel bir hal değilse tamam. Ama özellikle dün böyle idiyse, AKP’nin hali benim zannettiğimden de fena demektir.

Davutoğlu’nun dönüp dönüp ödevini yaptığını söyleme ihtiyacı duyması, haydi anlaşılır bir şey diyelim. Ama upuzun konuşmada, akılda kalacak, derde deva hiçbir muhteva yoktu. Trajik olan, nereden başlarsa başlasın, her lafı meşruiyet içinde çözüm arandığına getirmesiydi. Mesela “sokağa giyinik çıkıyorum, Bakanlar Kurulu toplantısı yaptık –ki toplantıya da giyinik katıldım, sonra filanca Sefarette davet vardı, giyinik gittim ha, akşam da çocuklar bizdeydiler, hepimiz giyiniktik” filan der gibi, durmadan, zaten olması gereken, olmaması ayrıca suç olan bir şeyi tekrarlamak neyin nesi? Eh, yapıp ettiklerinin meşruiyet sınırlarını aşırı zorladığını düşünmese insan, bunu bu kadar tekrarlamaz. Zaten, anlaşıldığı kadarıyla, bundan sonra daha da zorlayacak.

Dolgu malzemesi olarak kullanılan “memleketin hükümetsiz kalmaması” lafının ise zaten hiçbir manası yok. Memlekette bir hükümet var mı? Şeklen var. Ve Türkiye’nin mevzuatını ne kadar zorlasanız, şeklen bir hükümet her halükarda var olacak zaten.

Bir de şu var: Davutoğlu’ndan öğrendiğimize göre, CHP ile birkaç konuda reform yapmak hususunda mutabık kalmışlar. Aralarında yargı bağımsızlığı da var. Demek ki, Türkiye’de yargı bağımsızlığı konusunda bir reform ihtiyacı olduğunun farkında Davutoğlu. Hangi Türkiye’de bu ihtiyaç var? Davutoğlu’nun Başbakanlık koltuğunda oturduğu Türkiye’de… E, elini tutan yok, koalisyon filan şart değil, hazırlasın yargı bağımsızlığını sağlayacak mevzuatı, engelleyen partinin defterini milletçe dürelim. “Kardeşim seçim öncesinde o kadar süre neden yapmadınız” diye soracak olanın dilini de keseriz, merak buyurmasın.

O kadar sabredip izlediğim konuşmanın yekûnu, bence şu: Davutoğlu diye bir aktör artık yok.

***

Kılıçdaroğlu sadece kısmen farklıydı. O da bir heyet önünde imtihanda gibiydi. Haklı olduğuna daha inanıyor gibiydi ama meselenin haklılık meselesi olmadığını o da iliklerine kadar hissediyordu besbelli. “Başka soru var mı” demeden salonu terk etmesine sebep olan ve kendisini çok sinirlendirdiği belli olan soruda, yersiz bulduğu şey Baykal’ın adının zikredilmesi miydi, yoksa ciddi ciddi özetlemeye çalıştığı sürecin tiyatro olarak tavsif edilmesi miydi, anlamadım. Anlamamam, hiç şüphe yok ki, benim malumat eksikliğimden. Soruyu soranı tanısam mesela, belki de durumu anlayacaktım.

Kılıçdaroğlu kıl payıyla da olsa, geçer not aldı gibi geldi bana. Ama sinirlendiği soru da gösteriyor ki, önümüzdeki seçimden çok, Kurultay korkutuyor Kılıçdaroğlu’nu. Eh, benim bilmediğim, onunsa bildiği şeyler vardır herhalde. Korkuyorsa bir sebebi vardır yani.

***

Bundan sonra ne olur?

Bakın bunu kimse bilmiyor. Televizyon ekranlarında biliyormuş gibi konuşanlar da bilmiyor. Şöyle bir benzetmeyle anlatayım: Bir maç oynanıyor. Sahadaki oyuncular bilmiyor ne olacağını, kimin gol atacağını, kimin kart göreceğini filan. İşi bilmek olanlar, biliyor gibi göründüğü için para kazananlar konuşuyor ama onlar da bilmiyor. Çünkü işin tabiatı zaten, bilinmesinin imkânsız olması. Bu bir maç ve netice, sahadaki oyuncuların yapıp ettiklerine, maharetlerine göre zuhur edecek. Bir yerde saklanan bir netice bilgisi var da biz bilmiyor değiliz yani. Öyle bir bilgi yok.

Ama…

Şunları biliyoruz: Erdoğan seçime kendisinin atadığı bir hükümetle gidilmesindense, mesela AKP azınlık hükümetiyle gidilmesini tercih eder. Bu seçenek için şartları da aşırı zorlayacak. Meclisten bir erken seçim kararı çıkarmaya çalışmak ise muazzam bir risk. Davutoğlu’nun neden böyle bir seçeneği vurguladığı ise, bence muamma. Diyelim Davutoğlu’nun gönlünden geçen oldu ve erken seçim kararı Meclise geldi. Yeni seçilmiş onca mebusun gizli oyda “hayır” demesi durumunda ortaya çıkacak tablonun faturası kime çıkacak? Meçhul. “Olmadı, o halde koalisyon kuralım” mı diyecek Davutoğlu? Belki de Erdoğan’ı böyle by-pass etmeyi hayal ediyordur. Bugün konuşurken bende bıraktığı intiba, bu kadar ham hayallere bile inanabilecek biri olduğu istikametinde… Olur, mu olur yani.

Geçmiş tecrübelerden şunları da biliyoruz: Siyasette birçok şey, tam “olmadı” dendiğinde olur. Bu yüzden herhangi bir şey için acele etmeyin derim, her şeye rağmen. 1994 yılında bir erken seçim kararı alınmış, sonra da seçime pek az kala vazgeçilmişti. Benzer bir şey olursa ben şaşırmam.

Ayrıca, çok da dert değil. Çünkü…

Sadece gerçek bir hükümetten mahrum değiliz. Aynı zamanda, normal şartlarda bile bir toplumun dengesini bozabilecek şeyler oluyor. Ama toplumun ana gövdesi, serinkanlılıkla, sabırla reaksiyon gösteriyor. Görünen o ki, kısa süre içinde seçime gidecek olursak, sandığa gitme oranlarında gözle görülür bir gerileme olmayacak. Yani ahali çözümü siyasette aramaya –hâlâ– kararlı. Siyasetten ümidimizi kesseydik endişelenmek gerekecekti. Şimdilik –evet acı çekiyoruz ve galiba bir süre daha çekeceğiz de– ama endişeye mahal yok.

***

Şöyle bir kehanetle bitireyim: Şimdilerde sahada kalmak için akla sığmaz cambazlıklar sergileyen bu güruhun (dört partinin tepesindeki kabaca yüz kişi ile Erdoğan’ı kastediyorum) en az dörtte üçü, 2016’nın sonunu göremeyecek. Yani aşağılarda hava –olması gerekene kıyasla– çok sakin ama yukarılarda dehşetli bir kasırga var. Yukarıdakiler endişelensin. Siz rahat olun.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin