Fil

Tablonun ortasında bir beyaz polis var. Ümit Kıvanç onu şöyle tarif etmiş: “İri kıyım George Floyd’u yere yatırmış, diziyle boynuna basan, eli cebinde, evet, cebinde!, bir insanı bu şekilde işkence ederek öldürürken en ufak rahatsızlık duymadığı belli olan, aksine, hep aradığı fırsatı bulmuş birine özgü memnuniyeti derisinin bütün gözeneklerinden havaya saçan, öyle ki, o saçılanların pis kokusunu dijital fotoğraftan bile alabildiğimiz o faşist.”
Kıvanç’ın burnu bende yok, fotoğraflardan o kokuyu almadım. Kıvanç’ın haksız, benim haklı olduğumu iddia etmiyorum —hatta zannetmiyorum bile. Ama fotoğraflardan bana geçen şey başka, ona işaret etmek istiyorum. Eğer o fiilin neticesinde Floyd ölmese, arkasından bu ölçekte hadiseler patlak vermese, “hıyara bak” denip geçilecek bir şey. Üstünde o üniforma olmasa muhtemelen yapmayı aklına bile getiremeyeceği bir şeyi, o üniforma sayesinde fütursuzca yapabilen sıradan genç, yakışıklı bir beyaz çocuk.
Tablonun orasına burasına serpiştirilmiş, durmadan yayılan protestolar var. Bazılarında yağmalar, şiddet… Bazılarında mesela, siyahıyla beyazıyla binlerce —evet binlerce— insan, sokak ortasına yüzüstü yatmış, ellerini kelepçeliymiş gibi arkasında kavuşturmuş, “nefes alamıyorum” diye hep bir ağızdan bağırıyor.
Tablonun bir köşesinde Trump denen şey var. Başına gelenin farklı bir şey olduğunu bile idrak edememiş. Hemen yanında mesela, otomobilinden inmiş, protestoculara ok atmaya hazırlanan, orta yaşı geçkin biri var. Bir yüz yıl kadar önce ve şehrin göbeğinde değil de bir Orta-Batı kasabasında yaşasa muhtemelen hiç göze batmayacak bir kovboy özentisi.
Muhtemelen yüksek teknolojili odalarında oturmuş, tabloya baktıklarını zanneden birileri de var tabloda. Tablo hakkında konuşan, yazan, çizen… Muhtemelen çoğu Trump’a, kalanların çoğu Floyd’un boynuna dizini dayayan polise, olmadı o okunu yaya yerleştirmeye çalışan tehir edilmiş kovboya bakıp konuşuyor, yazıyor, çiziyorlar.
Pan yapıyoruz ve tablonun Türkiye bölümüne geçiyoruz.
Şurada birileri var, Kıvanç’ın yazısından anladığım kadarıyla, “biz zencileri haremde görevlendirirdik, bunlar öldürüyor” diye ABD’yi yermeye, “biz” dedikleri bir özneyi övmeye çalışıyorlar. Az ötede “ABD işte bu” diye Floyd’un boynundaki dize zum yapmış başkaları var. Onların hemen yanında “bizde polis tedbir alınca laf ediyorsunuz, ABD polisine de laf etsenize” diyen başkaları var, merceği polis şiddetine odaklamışlar. Hani sanki ABD polisinin şiddetine mazeret uydurmaya çalışan birileri varmış gibi —var mı onu da bilemedim. Beri yanda “aha ABD batıyor” diye mutlu olanlar, az ötede “yoksa ABD batacak mı” diye endişelenenler var. Sonra bir de, parmağını yine birilerine sallayan Kıvanç ve benzerleri var.
Bir bakıma… Herkes yerli yerinde. Kimsenin yapıp ettiği sürpriz değil. Manzaradaki öznelerin sahnede hangi kostümlerle yer alacakları sorulsaydı, neredeyse sıfır hatayla tahmin edebilirdiniz.
Yani?
Kim tablonun neresine odaklanacak, hangi özneyi cımbızla çekip o özneyi tablonun tamamı yerine koyacak ve kendince daralttığı o tablo üzerinden dünyanın istikbali hakkında hangi ahkâmları kesecek, tahmin etmek hiç müşkül değildi/değil.
Hâlbuki tablo çok renkli. Çok, çok renkli. Ne ararsanız var içinde. Bizim ise sınırlı gözlüklerimiz var. Her birimizin. Filin sadece bir yerini tutabiliriz. Her birimiz.
Kendi hesabıma, tabloda gözümü almadan bakakaldığım yer, binlerce insanın yüzüstü yere yatıp “nefes alamıyorum” diye bağırdığı bölge. Öyle insanlar var bakın. Kimse onları planlamadı. Onlar olsun diye kimse, hiçbir örgütlü güç planlar, programlar yapmadı, eğitimler düzenlemedi. Kimse onlara “şöyle yapalım” bile dememiştir muhtemelen.
Ama…
Onlar var oldular. Çoğaldılar. Çoğalıyorlar. Ve son derece gönül çelici bir biçimde tepkilerini koyuyorlar. Gezi günlerini anma günlerine de fevkalade yakışıyorlar.
Örgütlü devlet Gezi’yi kriminalize etmek için olmayacak çirkinlikler yaptı mı? Yaptı. Hâlâ yapıyor mu? Yapıyor. 15 Temmuz’u bahane ederek, sırf Gezi’ye rakip olsun diye meydanlarda binlerce insanı kumanya dağıtarak topladı mı? Topladı. Gecelerce sabahlattı mı? Sabahlattı. Örgütlü güç Gezi’yle hesaplaşabilmek, Gezi’nin üstesinden gelmek, Gezi’nin hatırasını soldurabilmek için ne lazımsa yaptı. Olmadı, olmuyor.
Yani?
Merceği örgütlü güce odaklayıp dünyayı o noktadan başlayarak çözmeye çalışmak da bir mesai. Ama bana kalırsa çok da verimli bir mesai değil. Delili de Gezi.
“Ne sayıklıyorsun sen, Gezi artık yok ama örgütlü güç hâlâ var.” Böyle de denebilir. Mesele şu ki, o örgütlü güç, Gezi’de ağır hasar aldı. Şimdi ABD’de örgütlü gücün alıyor olduğuna benzer hasar. Eğer Gezi olmasaydı, eğer ABD’de sokak ortasında yüzüstü yatıp “nefes alamıyoruz” diye bağırılmasa almayacaktılar o hasarı.
Örgütlü güç, bütün örgütlülük halleri, klasik örgütlenme anlayışının bütün formları, uzunca bir süredir darbe üstüne darbe alıyor. Hasar görüp duruyor. Ve bu bir maç (game). Henüz bitmedi. Hiç bitmeyecek. Momentumu kimin eline geçirdiği mühim. Devletler, kısa süre önce akla gelmeyecek ölçüde şiddete başvurmak zorunda kalıyorlarsa… Bence iyi işaret.
Önemsediğim husus bu değil. Ben zaten işaretlerin iyi olduğunu düşünüyorum, düşünüyordum. Mesele başka yerde… ABD’de o yüzüstü yatmış insanların herhangi birini kaldırıp Floyd’un boynuna dizini bastırmış polis hakkındaki fikrini sorsak, zannımca, Kıvanç kadar gaddar olamaz. İnsanlığın hasmı o polis memuru değil. Hatta Trump bile değil. Ama Kıvançlar —ve muhtemelen ABD’deki muadilleri— ısrarla, şiddetle, hedefe yerleştirecek bir özne bulmak, o özneden bir genelleme yapıp mesela beyazları hedefe yerleştirmek, oradan bir genelleme daha yapıp mesela kapitalizme sövmek… Böyle bir iştigal alanları var. Ve sonra da, bir biçimde denk getirip, “bütün bunları çözmek için uygun formül bende, ben o formülü biliyorum” diyorlar. “Siz bu işi bize bırakın”…
Gezi’de çocuklar bu oyuna gelmediler. Zannımca ABD’deki o gençler de gelmeyecekler. Onların dünyayı kavrayışları temelden farklı.
Onları hesaba katmak zorunda kalacaksınız. Onları hesaba katmayı öğrenemezseniz, kimse sizi hesaba katmayacak.