Gezinmek

Bildik fıkra ya…

Bir mecliste, Hoca Nasreddin’e, “haydi bize saz çal da eğlenelim” demişler. Hoca saz çalmayı bilmediğini itiraf etmek istememiş, almış sazı eline, sol elinin parmaklarıyla bir perdeye basmış, diğer eliyle de tellere vurmaya başlamış. Gülüşerek, “Hoca, başkaları sol ellerini perdelerde gezdirir” demişler. Hoca cevabı yapıştırmış: “Onlar benim bulduğum perdeyi arıyor.”

1.

Memlekette sesi gür çıkan hemen herkes tam da böyle. Cahil yani. Saz çalmayı bilmiyorlar. Görmüşler bir şey. İmrenmişler. Taklit ediyorlar veya tekrarlayıp duruyorlar. Oluyor mu? Olmuyor. Ama her nasılsa edindikleri bir diplomayı, her nasılsa oturdukları bir koltuğu, her nasılsa elde ettikleri bir statüyü paravan yapıp, “herkes benim bulduğumu arıyor” deme lüksleri var bu ülkede. “Herkes oradan oraya gezineceğine benim bulduğum perdede sabit kalsa, bak nasıl olacak” deyip durma lüksleri var.

Buldukları her neyse kendilerine hayırlı olsun.

2.

Memlekette başkaları da, “ama Nasreddin Hoca diye biri yaşamadı ki” filan deyip duruyor. “Benim Akşehirli tanıdıklarım var, onlar Nasreddin Hoca’nın başına böyle bir şeyin gelmediğini, Hoca’nın saygıdeğer biri olduğunu, böyle zevzekliklere meze olmayacağını söylediler” diyeni de var. “Hoca zaten Akşehirli değil ki, Sivrihisarlı, ben Sivrihisar’dayken…” diye başlayanı da… Veya “ben bu fıkrayı defalarca okudum, herhangi bir yerinde saz çalmaktan başka bir fiile gönderme yapıldığını görmedim, nereden çıkarıyorsun Hoca ile diğerleri arasındaki benzerliği” diyen de… Lazımlar. O perdelerde gezinenler de lazım.

Ellerine, dillerine sağlık.

3.

Gelelim mühim meseleye. Yani benim mühim bulduğum meseleye. Yani benim gezindiğim perdelere.

Saz çalan kişi başka, saz çalanın parmakları başka. Oradan oraya gezinen, orada burada sabit duran sosyal kesimler başka, toplum başka yani.

Parmaklar o perdeden bu perdeye gezinebilir. Kimi de, belirli süre, belirli bir perdede oyalanabilir. Müzikten anlamam, saz çalmayı filan hiç bilmem, ama benim gördüğüm de böyle bir şey. Bu cehaletimle, görüp durduklarımdan çıkardığım şey de şu: İsteyen gezinedursun, isteyen durduğu yerde dursun. Kendimce toplumun böyle olmasını —yani farklı kesimlerin kendi kavillerince bir şeyler arayıp durmasını— iyi bir hal olarak görüyorum. Birilerinin “ben buldum” demesini de —onlar da parmaklardan bir parmak olduğu sürece— bu kategoride değerlendiriyorum. Ama “ben buldum, senin aramana da lüzum kalmadı, gel burada kal” denmesine katlanamıyorum. Sadece buna katlanamıyorum.

Defalarca söyledim, ben Darwinciyim. Darwincilikten anladığım da “gücü yeten hepsini alır” türü bir şey değil. Bu düzeltmeye neden ihtiyaç duyuyorum? Çünkü “Darwin’i savunuyorum” filan gibi salakça çıkışlarda yer almakta bir beis görmeyenler bile, mevzu Darwinciliğe gelince, işi böyle formüle ediyorlar. Darwincilik hâlbuki, gücü yeten hepsini alır” manasına gelmez. Çünkü zaten gücü yeten hepsini alamaz. Alamadığını, ekosistemin mevcut kompozisyonundan görüyoruz.

Nedir benim Darwincilikten anladığım? Birçok şey. Hepsinin envanterini bile çıkaramam. Ama bir kaçını sayayım.

Birincisi, farklı öznelerin farklı tercihlerinden bir harmoni zuhur eder. Tıpkı farklı parmakların farklı perdelere basmasından bir melodi çıktığı gibi.

İkincisi, melodi dediğiniz şey gibi ekosistemin evrimi de, zapt edilebilir, bir durakta durdurulabilir bir şey değil. Bir müzik çalarken pause tuşuna bastığınızda, müzik diye bir şey kalmaz. “Değişmeyen şey yok olur” bile denemez, çünkü değişmeyen şey zaten yoktur.

Üçüncüsü, ekosistem dediğiniz şey, durmadan yeni icatlarla çeşitlenir. Ancak çeşitlenirse değişir. Dolayısıyla birilerinin yeni laflarla ortaya çıkması sağlıklı bir haldir.

Dördüncüsü, ekosistem topyekûn evrimleşir. All evolution is co-evolution. Dolayısıyla, yeni icatlarla zuhur etmiş yeni şartlarda, eskiden başarılı olmuş olan herhangi bir şeyin başarılı olma şansı olmaz. Ne Asr-ı Saadeti ihya edebilirsiniz, ne Osmanlı’yı ve ne de Cumhuriyetin ilk on yılını. Hatta dünü bile ihya edemezsiniz. Ama memlekette birileri Asr-ı Saadeti, başkaları Osmanlı’yı, başkaları da Cumhuriyetin ilk on yılını ihya etmeye heveslenebilir mi? Heveslenebilir. Birileri o perdelerde gezinebilir. Eğer ortaya bir melodi çıkıyorsa ne âlâ. Çıkmıyorsa? Ya başka perdelerde gezinen başka parmaklar zuhur eder, hepsinin toplamından bir melodi zuhur eder. Veya dinozorların başına gelen gelir, yekûn parmakları bunlardan ibaret olan bir toplumun başına. Eh, böyle bir akıbeti tecrübe etmiş ilk toplum da biz olmayız. Herhalde sonuncusu da biz olmayız.

Beşincisi, nasıl bir parmağın zuhur etmesi gerektiği, o zuhur etmeden önce bilinemez. Çünkü —az önce de dediğim gibi— onun bir icat olması gerekir, keşif değil. İcat dediğiniz şey de, adı üstünde icat işte. (İsteyen, “ama şimdi icatlar bile planlanıp programlanıyor” filan diyerek beni çürütüp kendisini rahatlatabilir. Kendisini rahatlatma fırsatını kendilerine sağladığım için bana teşekkür etmeleri filan gerekmez. Rahat olsunlar.)

Altıncısı, icat dediğiniz her şey, neticede, zaten mevcut olanın yeniden örgütlenmesinden ibarettir. Cumhuriyet Osmanlı’nın —çağdaş kavramlarla birlikte— yeniden yorumlanmasından ibaretti. Osmanlı da Selçuklu’nun… Sıfırdan, hiçlikten bir şey yapılamaz. Neticede ekosistemin bütün çeşitliliği, yirmi küsur amino asidin farklı örgütlenmelerinden ibaret. Hatta onların bile yarısından, çünkü her bir amino asit iki farklı yönelime sahip olabilecekken, tabiat canlılığı üretirken onların sadece birini kullanmış.

Yedincisi, tabiat müsrif bir şey. Sayısız deneme yapar. Pek azı hayatta kalır. Ama sadece o denemelerden bazıları hayatta kalır. Deneme yapmadan tasarım yapmaya heveslenenlerin hiçbiri hayatta kalmaz. Hayatta kalma garantisi arayarak tasarım yapanlar hayatta kalmaz yani. Neticede Osmanlı’yı kuranların bir tasarısı olmuş olabilir. Ama Osmanlı o tasarı vardı diye, o tasarı sayesinde ve o tasarıya uygun olarak hayatta kalmadı. Kurucuları izleyenler gerçeklikle sağlıklı bir bağ kurup, eğer vardıysa tasarıyı rafa kaldırıp, gerekli değişimleri yaşadıkları için hayatta kaldı. Cumhuriyeti kuranların da kendilerince tasarıları olmuş olabilir. Ama eğer Cumhuriyet hayatta kalacaksa, o tasarıyı bildiğini zanneden, o tasarıyı bilmekliklerinden yola çıkıp kendilerine bir imtiyaz talep eden, güya Cumhuriyetçiler sayesinde hayatta kalmayacak. Onlara rağmen hayatta kalacak. (Tekrarlayayım, eğer hayatta kalırsa… Her geçen gün, hayatta kalabileceğine dair ümidimi kaybediyorum. Cumhuriyet düşmanları çok güçleniyor filan gibi kaygılarla değil, kendini Cumhuriyetçi addedenler yüzünden…)

Filan…

Dediğim gibi, benim Darwincilikten anladığım bunlardan ibaret değil. Ama bunlar da işin mühim bir kısmını oluşturuyor herhalde.

İmdiii…

“Ben Darwinciyim, siz de olun” demiyorum. Aksine, olmayın. “Ben geziniyorum, siz de sabit kalmayın” demiyorum. Siz bilirsiniz. Ama “gezinme lan” diyenleriniz var ya, aha onlar bilmez. Onlara diyebileceğim tek şey şu: Sana ne lan!

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin