Gülen, Erdoğan ve Bizim Çocuklar

Fethullah Gülen, öyle görünüyor ki, benim büyüdüğüm evlere benzer bir evde büyümüş.

Biz çocukken, soba başında büyüklerimiz bize, memleketin başına gelen her türlü musibetin Masonlar yüzünden geldiğini söylerlerdi. Liyakat filan mühim değildi Masonlar için. Her bir işin başına kendi adamlarını getirir, birbirlerini kayırarak memleketin, hatta dünyanın kanını emerlerdi. Ben bu hikâyelerden, benzer işler işlemememiz gerektiği neticesini çıkarmıştım. Gülen ise tam tersini çıkarmış. Masonların bile hayal edemeyeceği bir Masonik örgüt kurdu.

Biz çocukken büyüklerimiz bize, Robert Kolejin hikâyesini şöyle anlatırlardı. Filanca Amerikalı gelmiş, Rumeli Hisarından İstanbul’a bakmış, güya “Fatih İstanbul’u buradan fethetti, ben de Türkiye’yi buradan fethedeceğim” demiş ve Robert Koleji kurmuş. Ben bu hikâyelerden, benzerini bizim yapmamamız gerektiği neticesini çıkarmışım. Gülen tam tersini çıkarmış. Senegalli bir çocuk Fransızca şarkı söyleyince tiksindim ben hep. Türkçe söyleyince de…

°°°

Erdoğan, öyle görünüyor ki, benim büyüdüğüm evlere benzeyen bir evde büyümüş.

Bize tek parti rejiminin nasıl bir zulüm rejimi olduğu anlatıldı. Her şeye karar veren, her şeyi tanzim eden tartışılmaz otoritelerin ne kadar tehlikeli şeyler olduğu neticesini çıkardım ben. Erdoğan o otoritelere imrenerek dinlemiş aynı hikâyeleri besbelli.

°°°

Gülen ve Erdoğan, el birliğiyle, İslam’ı Hıristiyanlaştırıyorlar.

Besbelli yenilmekten yorulmuşlar, kendilerini yenenlere benzeyerek galip tarafa geçebilecekleri neticesine varmışlar. Bizi yenenlere benzeyerek galip gelinmez, o ayrı. Yeri gelince o mevzuya da gireriz. Ama yaptıkları iş, sistematik bir biçimde, bizi, bizi yenenlere benzetmek. Ahalinin büyük bölümünü de bu projeye ikna ettiler. İşin kötü yanı bu.

İslam’ın farklarından biri mesela, ruhban sınıfının olmaması. Gülen, kendince eksiklik olarak görüyor bu farkı ki, kendince tamam etmeye çalışıyor. Bir nevi Papalık ihdas etti, kendisini de o mevkiye atadı.

İslam’ın farklarından biri mesela, Peygamberin sadece bir insan olması. Bir kişi kültünün yokluğunu eksiklik olarak gördüğü besbelli Gülen’in, Müslümanlığı Muhammedileştiriyor. Christmas mı eksik, Kutlu Doğum Haftaları icat ediyor mesela.

İslam’ın farklarından biri mesela, hayrın da şerrin de Allah’tan gelmesi. Hıristiyan âlemi, yüzlerce yıl boyunca, kusursuz iyi bir özne olan Allah’ın, üstelik her şeye gücü yettiği halde, nasıl olup da sevgili kullarının başına bunca kötülük gelmesine seyirci kaldığını açıklayabilmek için çabaladı durdu. İslam’da böyle bir paradoks yoktu. Gülen ve Erdoğan, iyiliği kendilerinden, kötülüğü ise kendilerine karşı olanlardan bilen yeni bir teoloji inşa ettiler. İkisi yan yana durduklarında, kendileri açısından bir problem yoktu. Ama her ikisine de karşı olanlar için problem büyüktü. Şimdi, ikisi karşı karşıya kalınca… Teoloji hâlâ kusursuz işliyor. Ahali de ne kadar gönüllü satın almış karşı tarafın şeytan olduğu hikâyesini ama…

°°°

Soljenitsin, NPQ’daki bir yazısında, modern insanın kendi kendini sınırlama kabiliyetini kaybettiğinden sızlanmıştı mealen. Çareyi de, dinin ihyasında bulmuştu. Bütün dinler, aralarındaki bütün nüanslara rağmen, neticede insanın kendisini sınırlamasını buyurur. Dindar olursak, kendi kendimizi sınırlarız, yaşadığımız problemler de çözülür, Soljenitsin’in mantığına göre.

Hâlbuki dünya öyle işlemiyor. İşlemediği, İslam kalkanının ardında olmaz işler çeviren Gülen ve Erdoğan’dan belli. Dünya nasıl işliyor peki? Biz hiçbir sistemi, şahısların kendilerini denetleyeceklerine güvenerek kuramayız. Özneler birbirlerini karşılıklı olarak denetlerse emniyette olabiliriz ancak.

Karşılıklı denetim maliyetli bir şey. Müsrif bir şey. İnsan beyninin harcadığı enerjinin büyük bölümü, iki yarıkürenin birbirini denetlemesine, birbirini bastırmasına harcanıyor mesela. Evren ve sevgili Aldıkaçtı’sı, israfı hiç sevmiyorlardı. Enerjinin hiç israf edilmeyeceği bir düzen inşa ettiler. Parti Genel Başkanları, Üniversite Rektörleri ve daha hangi koltuklar varsa onların hepsinde oturanlar, her türlü denetimden muaflar. DYP’nin, Çiller’i denetleyebilecek mekanizmaları yoktu. Çünkü Çiller, kendisini seçecek olanları seçme kabiliyetiyle donatılmıştı.

Yaşadığımız her türlü sıkıntı, kulüplerimizin onca maddi ve beşeri kaynağa rağmen Avrupalı rakipleriyle boy ölçüşemiyor olmaları, anlı şanlı üniversitelerimizin perişanlıkları ve elbette memlekette siyaset üretilemiyor olması, Evren denen zatın, kendi keyfiliğini kurumsal hale getirmiş olması yüzünden.

Ama siz de çok sevmiştiniz malum mevzuatı. Beyhude tartışmalarla vakit ve enerji israf etmeyecek, doğru olduğundan kimsenin şüphesi olmayan şeyleri bir bir yapacak, dünya liginde —işleri böyle yapmayı nasılsa akıl edememiş olan— önümüzdeki toplumları birer birer geçecektik. Ne güzel olacaktı. Ahalinin, şu ahmaklar topluluğunun, denetiminden azade kılınmış partilerimiz, şöyle parlak diplomaları olan, birçok dil bilen, parlak çocukları mebus yapacaklar, onlar da mecliste her bir şeyi doğru dürüst kararlaştıracak, işler yoluna girecekti.

Girmedi. Ve siz de, “böyle varsayımlarla bu işleri destekledik, acaba varsayımlarımız mı hatalı” demediniz/demiyorsunuz. Şahısları değiştirip, aynı düzenle yola devam etmek için çırpınıyorsunuz.

°°°

ODTÜ’den diploması olduğu için her bir şeyin doğrusunu bildiğine inanmak için kafi sebebi olduğundan şüphesi olmayan bir meslektaşım var. Geçende bir İnternet gazetesinde demiş ki mealen, “ben dinin politikaya karıştırılmasından hoşlanmam ama siz karıştırmakta bir beis görmüyorsunuz, o halde ne demeye Bakara, makara diyenlerin cezasını kesmiyorsunuz?”

Şöyle bir akıl yürütme: Ben Aksaray’da pizzacı açtım, ama Etiler’deki pideci kadar para kazanamıyorum. Çünkü Etiler’deki pidecide kadınlar garsonluk yapıyorlardı. E, şimdi orada da erkek garson çalıştırıyorlar. Neden hâlâ Etiler’deki pideciye gidip duruyorsunuz?

Belki varsayım yanlıştır. Belki Etiler’deki pideciye gidenler kadın garsonlar için gitmiyorlardı. Ne bileyim, belki pide sevdikleri için gidiyorlardı. Belki Etiler’de olduğu için gidiyorlardı. Belki bilmediğimiz başka sebeplerle gidiyorlardı. “Bakara, makara” geyiği çıktığında neden kendi varsayımlarınızı sorgulamıyorsunuz?

Zor iş bunlar. Yazılırsın bir kutsal orduya nefer. Hayatın o biçim mana kazanır.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin