Hak

Mutlaka işittiniz, geçenlerde bilgisayar oyunları üreten bir Türk firması —Peak— 1,8 milyar dolara el değiştirdi. Teferruatı es geçersek, kaba değerlerle kaba bir hesap yaparsak, yaklaşık yüz kişinin çalıştığı bir firma, diyelim on yılda, demek ki bin insan-yıllık emeğin neticesinde, 1,8 milyar dolarlık bir değer üretmiş. Demek ki bir insan-yıllık emeğin artı değerinin, kabaca, 1,8 milyon dolar olduğu neticesine varmamız gerekiyor.
Birileri el değiştiren yazılım firmasının değeri ile Arçelik filan gibi kurumların değerini mukayese ediyordu. Eh, onlarca yılda, on binlerce insanın emeğinin artı değeri de, kabaca bu kadar ediyor. Sınai işletmelerde artı değeri sömürülen emeğin vasıfları ile mukayese edildiğinde, yazılım sektöründe sömürülen emeğin artı değerinin bir farkı olmasını anlayışla karşılayabiliriz. Yani Arçelik’te çalışan bir düz işçi, oyun firmasında kod yazan gencinkine eşdeğer artı değer üretmiyorsa… Neden olmasın!
Ama Arçelik’te de, onlarca yıldır, Peak’te çalışan insanların vasıflarına sahip, hatta daha vasıflı binlerce kişi de çalıştı. “Onların ürettiği artı değere Koç Grubu el koymadı, kendilerine ödedi” desek… Bildiğimiz kadarıyla o ölçekte ücret alan çok kişi olmadı ve şimdi de yok.
Uzatmayayım, dünyayı okurken kullandığımız formüllerin, en azından bazı alanlarda işe yaramadığı bir dönemde yaşıyor olduğumuzu iddia etmek için bu misali deşiyorum. Pandemi sırasında ABD’de borsada işlem gören altı teknoloji şirketi (unicorn olarak adlandırılan kategorinin en büyükleri) olağanüstü değer kazandı. Onları çıkarırsak… Borsanın hali pek de iç açıcı görünmüyor. İçinde Peak gibi kuruluşların yer aldığı sektör ile ekonominin kalanı arasında ciddi bir mahiyet farkı var. Bu farkı ihmal etmek, bahse konu olan şirketlerin ekonomideki toplam hissesi çok küçük olduğunda dert olmayabilirdi. Ama artık dert.
Geçende videoda dile getirdiğim “temel gelir bir haktır” iddiasını bu gözle değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum. Peak’in değerini, Peak’i kuranlar veya Peak’te çalışanlar bir başlarına yaratmış değiller. Eğer geçmiş nesiller İnternet diye bir şeyin geliştirilmesine yol açacak işleri işlemiş olmasalar, eğer o muazzam İnternet altyapısı kurulmuş olmasa, eğer üniversitelerde o eğitimler verilmese, eğer bu çocuklara ebeveynleri çocuk yaşta bilgisayar almış olmasa, eğer bilgiişlemin kişiselleşmesi için yapılan işler yapılmış olmasa…
Bu işler hep böyleydi. Arçelik’in değerini de sadece Arçelik’e yatırım yapanlar ve orada çalışanlar yaratmış değildi. Yollar yapılmasa, Arçelik ürünlerini müşteriye ulaştıramasa, televizyonlar evlere girip insanları belirli hayat tarzlarına aşina kılmasa, Arçelik’te çalışanlar devletin okullarında eğitim görmüş olmasalar… Ama yine de, filanca yılın ilk çeyreğinde mesela, Arçelik’in yaptığı üretimi Arçelik’in yatırımcılarının ve çalışanlarının zihni ve bedeni emekleriyle açıklamakta o kadar büyük risk yoktu.
***
Mesela bir Japon otomobil üreticisinin Japonya’daki ve Türkiye’deki fabrikalarında tastamam aynı işleri yapan iki işçinin ücretleri arasında bir uçurum var. Denebilir ki, Japon işçi ürettiği artı değerin sömürülmesine, Türkiye’deki muadili kadar göz yummuyor. Evet, ücret farkının büyük bölümü, iki işçinin sömürülmesi oranları arasındaki farktan kaynaklanıyor. Nitekim Türk işçi bir yolunu bulup Japonya’ya kapağı atabilir, sonra da aynı firmanın Japonya’daki fabrikasında aynı işe girebilirse, Japon muadili ile aynı ücreti alıyor.
Benzer bir uçurum, Peak —veya daha önce gerçekleşmiş benzerlerinin— satışında gözlenmiyor. Peak çalışanları ABD’de benzer bir firmada çalışan muadillerinden herhalde daha düşük ücretlerle çalışıyorlardır. Ama Peak bir Fransız veya İrlanda veya ABD firması olsaydı da, değeri az çok böyle olacaktı.
Peak bir Türk firması olmasaydı başka laflar işitiyor olacaktık, Türk firması olduğu için dolaşıma girmedi —girdiyse de ben işitmedim. Denecekti ki mesela “Peak bu değeri etmez, esasen değer Arçelik’te üretiliyor ama o da ancak bu kadar ediyor, bu da dünyanın zıvanadan çıktığının, bizim ne kadar haklı olduğumuzun göstergesi” filan. Eh benzer lafları, Arçelik ve benzeri kuruluşlar için edenler yüz yıl öncesine kadar vardı. “Esasen değer tarlalarda üretiliyor, sanayideki değerler fiktif, bir gün her şey normale dönecek ve sanayi balonu patlayacak” filan.
Öyle olmadı. Arçelik ve benzeri sınai kuruluşlar, büyük bir hızla, ekonomideki toplam paylarını yükselttiler. Şimdi benzer bir durum, Peak benzeri kuruluşlar için geçerli. Ve bu kuruluşlarda üretilen değer, kuruluşta çalışanların emeğinin artı değerinin sömürülmesiyle açıklanabilir olmaktan çok uzak. Yeni kavramlaştırmalara ihtiyacımız var.
***
İnsan hak kelimesini işittiğinde, kafatasının içinde bir yığın nöron aktive olur. Hak kelimesinin kışkırttığı bir yığın başka kavramla ilişkili nöronlar da… Eğer hak kelimesi yerine “ama eğer temel gelir yaygınlaştırılmazsa yeterli talep oluşmayacak” filan gibi gerekçelerle temel gelir meşrulaştırılırsa… Bambaşka bir nöronlar networkü harekete geçer. Bir şeyi dedelerinizin mirası olarak hak edip de elde ettiğinizi düşündüğünüzde başka, sırf tüketici olmayı sürdürebilmeniz için birilerinin size bağışladığı bir şey olarak elde ettiğinizi düşündüğünüzde başka insan olursunuz.
Dolayısıyla “temel gelir haktır” dememin sebebi var. Böyle söylendiğinde direnç daha büyük olabilir, temel gelirin yaygınlaşması daha da güçleşebilir. Ama yaygınlaştığında sağlıklı bir şey olur. Yine de “herkes kendisini bir biçimde dünyada üretilen her şeyde hissedar hissetsin” diye düşündüğüm için etmedim “temel gelir haktır” lafını. Sahiden de hak olduğunu düşünüyorum.
ODTÜ’de okudum. ODTÜ’de okumuş, oradan mezun olmuş olmam, hayatımı birçok akranıma kıyasla çok kolaylaştırdı ve zenginleştirdi. Onlar kendiliklerinden bana alan açtılar. Çok erken yaşlarımda fark ettim ki, onların belirli alanları bana terk ediyor olması sayesinde kazandım sahip olduğum pek çok şeyi. Bir lafı söyleyebilme imkânını, bir kararı verebilme imkânını ve saire… Söylediğim lafın dinlenmesi, verdiğim kararın uygulanması beni geliştirdi.
ODTÜ’de okumamı sadece ailemin fedakârlıklarına ve benim vasıflarına borçlu değilim. ODTÜ olmasaydı, ODTÜ’de okuyamayacaktım. Ankara’da Harvard olsaydı, belki de Harvard’da okuyacaktım. Öncesine bir sınav koyup, “ama hak eden okudu” demenin bir manası yok. Şu soru yerine bu soru olsaydı sınavda —ki olabilirdi— kazananlar değişecekti. Kaldı ki, Harvard’a girme şansım hiç yoktu. Dolayısıyla ODTÜ’de okumak isteyip okuyamayanların bende, benim Harvard’da okuyup sırf Harvard’da okuduğu için bize bir şeyleri dayatma imkânına sahip olanlarda hakkım var.
Dünyayı böyle algılamaya başlayalı çok oldu. Ama bunu temel gelir ile ilişkilendirmem yeni. Temel gelir hakkımızdır.