HDP Erdoğan’ın Nesi Olur?
Geçen gün Fenerbahçe-Beşiktaş maçı üzerinden yazdığımı, bu defa daha “ciddi” meseleler üzerinden tekrarlayayım.
Erdoğan ve çetesi, sadece sosyal medya üzerinden ve/veya gazete görünümlü bültenler vasıtasıyla değil, kürsülerden, meydanlarda, HDP’yi terörist, HDP’ye yakın duranları ise teröre destek veren kişiler olarak itham ediyor. Bildiğim kadarıyla, terörle doğrudan bağlantılı olan, kendisine “terörist” denebilir olan siyasi partiler, “kapatılır”. Kapatılmıyorsa, kapatmaya teşebbüs etmesi gerektiği halde etmeyenler suçludur. Erdoğan’ın “tak” diye emrettiğini “şak” diye yerine getiren yargı görünümlü organ, yine bildiğim kadarıyla, HDP’yi kapatmaya yönelik herhangi bir girişimde bulunmadı. Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden zatın defaatle HDP’ye terörist ithamında bulunmasını bir “suç duyurusu” olarak değerlendiren bir savcı çıkmadı.
Neden?
Normal şartlarda —yani normal bir ülkede yaşıyor olsaydık— diyebilirdik ki yargı bağımsız. Bağımsız olduğu için de, siyasilerden gelen bu tür “ihbarları” ciddiye almıyor. Ama o vakit de, uluorta böyle geçersiz ithamlarda bulunanlara yönelik bir ikaz, bir yaptırım beklememiz lazım gelirdi. O da yok.
Aslında olan şey şu: AKP HDP’nin kapanmasını istemiyor. HDP kapanırsa, bir yandan, daha önce defalarca partisi kapatılmış bir geleneğin devamı olarak, o parti kapatmalara “prensip olarak” karşı çıkmış bir çizginin devamı olarak zor durumda kalacak.
Ama öte yandan, esas mesele, HDP’nin böyle “kapanmamış ama terörist gibi” kalması, tam da Fenerbahçe-Beşiktaş maçı vesilesiyle işaret ettiğim toplumsal ruh durumunun inşasını sağlıyor. HDP’yi kapatabilir olan ama kapatmamış olan Erdoğan’a bir tür minnet duygusu, bir tür borçluluk oluşuyor. Bu da Erdoğan’a, işine en çok gelen keyfiliği sürdürme imkânı sağlıyor.
Benzer bir durum —sayısız başka misalde olduğu gibi— mesela Bank Asya meselesinde de yaşandı. Veya cemaate ait olan televizyon kanalları veya gazetelerin açık tutulması süreçlerinde de… Güya devletin terör örgütü olarak teşhis ettiği bir örgüt var. Güya onunla dövüşülüyor. Ama televizyonlarına, bankalarına dokunulmadı —bir süre.
Sonra?
Sonra, keyfi bir biçimde, o yayın organlarında görünmek, yazmak çizmek, o bankalarla iş yapmak, suç karinesi olarak kullanıldı.
Devlet dediğin böyle işlemez. Bank Asya açıksa, biz sıradan vatandaşlar onunla iş yapmakta bir beis görmeyiz. Görmemeliyiz. Devletsen ve kurum suça ortak ise, kapatırsın. Kapat(a)mıyorsan kurumun suça iştirak ettiğine hüküm veremezsin.
HDP, bu haliyle, Erdoğan’ın ve AKP’nin keyfiliğine meşruiyet sağlıyor. Ve bu işi Erdoğan ve AKP yapmıyor, karşısındakiler yapıyor. Kendilerine sorarsak minnet veya borçluluk olarak adlandıramazlar elbette, ben de bu kelimeleri kullanırken çok yakıştırıyor değilim ama… Böyle “duygusal” bir zemin var.
İnce’nin Demirtaş’tan randevu alması filan güzel işler. Ama bu güzel işlerin “görünümü” pek şık değil. Bilemiyoruz İnce de HDP’yi terörist olarak gördüğü “halde” mi böyle bir girişimde bulunuyor. Bilemiyoruz İnce Kürt siyasal hareketini nasıl değerlendiriyor. Başka birçok şeyi bilemiyoruz. Görünen o ki, Erdoğan’ın yarattığı ve Erdoğan’ın keyfiliğine zemin olan gri alanda İnce de dans etmeye çalışıyor. Bu tutum da, o gri alana, dolayısıyla da Erdoğan’ın keyfiliğine meşruiyet sağlıyor.
Ben olsam, Demirtaş’tan randevu almadan önce, “eğer sultan sensen ordunun başına geç, bensem emrediyorum ordunun başına geç” edasıyla, “HDP teröristse, elinde kâfi delil varsa HDP’yi kapat, yoksa sus, HDP’ye meşru bir rakip gibi davran, aksi halde terörist sensin” diyerek, Erdoğan’ın gri alanını elinden almayı tercih ederdim.
Türkiye muhalefeti, Erdoğan ve çetesinin Türkiye’ye verdiği en büyük hasarın dindarlaşmak, hırsızlık, beceriksizlik ve saire olmadığını, hukuk ile siyasetin işleyişi arasındaki çizgileri bulanıklaştırarak yaratılan gri alan olduğunu idrak edemeyecek anlaşılan. Memleketin sosyolojisi, Fenerbahçe-Beşiktaş maçından sonra gösterdiği, bu “HDP terörist” ithamları karşısında gösterdiği reaksiyonlarla, bütünüyle hasta olduğunu, virüsün her tarafa yayıldığını teşhir ediyor.
Siyaset yapıyorsunuz ve/veya muhtelif mekânlarda ahkâm kesiyor, ahaliyi suçluyorsunuz. Ama ahalinin kafasını karıştıran bulanıklığı “ya ben de kullanabilirsem” kurnazlığıyla besliyorsunuz. Ahalinin suçu yok. Keyfiliği kural olarak görmesi için herkes elinden geleni yapıyor.
Net toplamda, HDP’nin kapatılması Erdoğan’ın aleyhine. HDP’ye terörist diyememek, meşru bir rakip olarak görmek zorunda kalmak da Erdoğan’ın aleyhine. Şimdiki gibi, kapatılması gerektiği halde kapatılmamış bir topal HDP Erdoğan için en iyisi. Ama tekrarlayayım, sadece böyle kum torbası gibi HDP’yi dövebildiğinden değil, bu sayede keyfiliği toplumun bütün hücrelerine nüfuz ettirebilmesini sağladığı için. “Ya aslında HDP’nin kapatılması gerekir ama adam kapatmıyor” hali, “adam toplum için en iyisini bilen organ” statüsünü sağlıyor Erdoğan’a. O vakit de doları duayla ve/veya vatandaşı dolar bozdurma seferberliğine sevk ederek düşürmeye çalışmaktan, NATO üyesi olarak Rus S-400 füzeleri satın almaya kadar her kararın yegâne mihenk taşı Erdoğan olarak kalıyor.