Hikâye, Oyun, Çete, Yağma… Hepsi Bir Arada…

Bugünlerde şansımız Eskişehir’den açıldı. Haydi hayırlısı…

Önce bildik bir fıkrayı hatırlatayım. Dana kafasını küpün içine sokmuş, ne yaptılarsa çıkaramamışlar. Gelin atılmış, “ne var onda, kesin dananın boynunu” demiş. “Vay ne akıllı gelin” deyip dediğini yapmışlar. Ama dananın kellesi küpün içinde kalmış. “E, n’apçaz” diye düşünürken gelin yine seslenmiş, “ne var onda, kırın küpü.”

Bugün Eskişehir’de kupa maçı vardı. İki gündür neredeyse aralıksız yağan karın temizlenemeyeceği görünüyordu. Akıllı Federasyon ısrar etti, iş makinelerini sahaya sürdüler. “Yahu kar belki kaldırılır ama zemin mahvolur” diyenlere “bu maç 13:00’de değilse 15:00’de, ama bugün oynanacak” diye buyurdular. Karı saat 13:00 olmadan temizlediler ama zemin perişan oldu.Sonra?

Sonra da maçı ertelediler.

O zeminde bundan sonra, sezon sonuna kadar bir yığın maç oynanacak. Hepsinin ırzına şimdiden geçtiler. Ve üstelik bu zırvalığı göze almalarına gerekçe olarak gösterebilecekleri şeyi de, maçın bugün oynanmasını da sağlayamadılar.

Daha önce Galatasaray’ın, Beşiktaş’ın ve sonra da Fenerbahçe’nin maçlarını sızıntısız ertelemişlerdi. Yani takvimde kendilerini zorlayan bir hal yoktu. O maçların oynanacağı tarihlerden birine, yine gündüz saatlerine maçı koyabilirlerdi.

Ama Eskişehirspor Fenerbahçe, Galatasaray veya Beşiktaş değil. Neden? Orası kerameti kendinden menkul akıllı Federasyonun bileceği iş.

***

Türkiye Kupasına Ziraat Bankası sponsor. Reklamlarında “Bir Kupadan Daha Fazlası” deyip duruyor. Demesi, hatırlatması gerekiyor, çünkü akıllı Federasyon, ikide bir değiştirdiği formatıyla kupanın değerini iki paralık edip duruyor. Kupa, dünyanın her yerinde, futbolun endüstriyelleşmesinin yol açtığı hasarı hafifletmek için bir merhem vazifesi görüyor. Tamam, endüstriyelleşme kaçınılmaz ama endüstriyelleşmenin oyunun dışına ittiği asıl kaynakları da kupa vasıtasıyla besleyelim gibi bir hal yani.

Ne oluyor? Federasyonun önlerine çıkardığı onca bariyere rağmen, mesela Tuzlaspor destan yazıyor. İngiltere’de, İspanya’da olsa, muhtemelen sezonun en çok konuşulacak konularından biri olacak bir hikâye zuhur ediyor. Bayburt gibi bir yerde Fenerbahçe izleniyor. Altınordu Fenerbahçe’yi misafir edecek, belki de sezonun en önemli gelirini bir tek maçta toplayacak. Filan.

Yani işi hikâye üretmek olanlar, hikâye üreterek malın kıymetini artırmak olanlar, yani Federasyon, medya ve saire, hikâye üretmeye akılları ermemesi bir yana, kendiliğinden zuhur eden, onlara rağmen zuhur eden hikâyeleri değerlendirmeyi bile beceremiyorlar. Adana’da, Bayburt’ta, Balçova’da, endüstriyel futbolun elinin değmediği yerlerde bir yığın gencecik insan hikâye üretip duruyor ve bu hikâyeden karnını doyuranlar o hikâyeyi —vazgeçtik üretmekten— anlamaktan bile aciz bir vasıfsızlar topluluğu.

Siz alın bu şablonu, siyaset denen sosyal faaliyetin üzerine bindiriverin artık.

***

Daha ne oluyor? Aziz Yıldırım denen, memleket futbolunu yıllardır iğfal edip duran zat-ı muhterem, maç başı gelirlerle giderleri mukayese ederek, zaten bitkisel hayatta olan kupanın fişini çekmeye uğraşıp duruyor. Yıldırım’ın hesabıyla, mesela forma satış rakamları maliyetini karşılamayan futbolcuyu da transfer etmemek lazım. Yıldırım hesabın böyle yapılmayacağını bilmez mi? Pekâlâ bilir. Ama köpeksiz köyde değneksiz dolaşmaya alışmış, ne yapsa Federasyonun hesap soramayacağını biliyor. Kimsenin hesap soramayacağını biliyor. Kendi içemeyecekse suyun kaynağına işemekte bir beis görmüyor. (Bunca yıl sergilediği kaliteye bakılırsa, kendi içecekse de yapabilir, o ayrı.)

Yani bir oyun var. Ve oyunu koruyan ve gözeten bir yığın insan, gözden ırak, Tuzla, Altınordu, Bayburt, Balçova gibi ücralarda, her şey ve herkes onları imha etmeye uğraşırken bir kıymet üretmeye, oyuna bir mana katmaya uğraşıyor. Oyunu Fenerbahçe-Galatasaray rekabetine indirmekten başka hiçbir şeye aklı ermeyen, bunca yıl onca insanın emeğiyle imal edilmiş oyunu yağmalamaktan başka hiçbir marifeti olmayan bir güruh, minimum ahlaki sınırlamalardan muaf bir biçimde yağmalarını sürdürüyor.

Siz alın bu şablonu, siyaset denen sosyal faaliyetin üzerine bindiriverin artık.

***

Daha önce sözünü etmiş olmalıyım, bundan yıllar önce, ligin son haftasında, ikinci ligde bir Karşıyaka-Göztepe maçı oynandı. İzmir Atatürk Stadında seksen bin kişi maçı seyretti, belki yirmi bin kişi de dışarıda kaldı. Futbolun kendi yörüngelerinde döndüğünü zanneden, herkes öyle zannetsin isteyen, bırakın Bayburt’u, Tuzla’ya gitmeye bile üşenen, bu yüzden meseleyi Fenerbahçe-Galatasaray parantezine sıkıştırmaya çalışan zevatın “dünyanın en büyük derbilerinden” diye şişirip durduğu Fenerbahçe-Galatasaray maçı, İstanbul Olimpiyat Stadını dolduramadı. Passolig filan da yoktu yani.

Türkiye’de futbolun, dördüncüyıldızıkimöncetakacak yarışından ibaret olduğunu zannedin istiyorlar. Alın bu şablonu, siyasete taşıyın, göreceksiniz ki benzer şekilde meselenin dindarlık-laiklik kapışması olduğunu zannetmenizi istiyorlar.

Hâlbuki mesele başka. Çok daha imkânsız şartlarda bir yığın işi yapanların yaptıkları işleri yapabilecek vasıflara sahip değiller. Onların imal ettiklerini yağmalamayı sürdürebilmek için çeteleşmiş durumdalar. Tamamı aynı seviyede bunların.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin