Hoca, Oğlu ve Karakaçan
Bildiğiniz fıkra ama üşenmeyin, bir daha okuyun.
Hoca, Karakaçan’ın yularından tutmuş, oğluyla birlikte yürüyormuş. Onları gören bir köylü “cık cık,” diye söylenmiş, “akla bak, biriniz eşeğe binseniz ya.” Hoca hak vermiş söylenen köylüye, eşeğe binmiş. Giderlerken başka biri görmüş onları ve “koskoca adam,” diye söylenmiş, “kendisi eşeğe binmiş, ufacık çocuğu yürütüyor.” Hoca yine hak vermiş, inmiş eşekten, oğlunu bindirmiş.” Derken başka birine denk gelmişler, o da söylenmiş, “ah, ah, ne günlere kaldık, gencecik delikanlı keyif sürüyor, koskoca adam…” Hoca onu da haklı bulmuş, eşeğe kendisi de binmiş. Bir başkasına denk gelmişler. “Yuh,” diye söylenmiş bu yeni köylü, “insafsızlığa bak, sanki eşeğin canı yok.” Hoca bakmış ne yapsa olmuyor, bir kalas bulmuş, eşeği bacaklarından kalasa bağlamış, kalasın bir ucunu kendisi omuzlamış, diğer ucunu oğlanın omzuna vermiş, eşeği taşımaya başlamışlar.
Çocuk yaşlarda duymuşsunuzdur muhtemelen bu fıkrayı. Eğer çok aykırı biri değilseniz, Hoca’ya akıl verenlerin densizliğine kızarak dinlemiş ve anlatmışsınızdır.
Peki, Hoca’yı gören köylüler kendi kendilerine söylenerek eleştirmek yerine mesela “Hoca, sorması ayıp ama neden biriniz eşeğe binmiyorsunuz, eşeğin bir rahatsızlığı mı var” diye sorarak fikir beyan etselerdi? Hal, yani Hoca’nın çaresizliği değişmeyecekti. Siz yine manasızlığın yol açtığı gerilimi yaşayacaktınız ama köylülere kızmak, onları suçlamak, manasızlığı onlara fatura etmek o kadar da kolay olmayacaktı.
Ya peki, Hoca gördüğü köylülere “halimiz sence makul müdür” diye sorsaydı da köylüler fikirlerini öyle beyan etselerdi? Hal yine değişmeyecekti. Gerilim ayniyle baki kalacaktı ama bu defa köylüleri suçlama imkânınız olmayacaktı. Muhtemelen bu defa Hoca’yı suçlayacaktınız –bir ihtimal zaten fıkranın ilk versiyonunda da Hoca’yı suçlamışsınızdır, herkese kulak verdiği için…
Dikkat isterim, suçlanacak özneler değişebilir ama halin manasızlığı baki. Şahısları suçlayarak içinden çıkamayacağımız bir hal var. Şahısları suçlayabildiğimiz sürece mevcudiyetini pek de kolaylıkla fark edemeyeceğimiz, en azından mevcudiyetini fark etmememizi meşrulaştırabileceğimiz bir manasızlık hali… Dahası… Bu hal öyle Hoca’nın bir fıkrasından doğan, fiktif, gerçek hayatta pek rastlanmayan bir hal değil. Aksine, gerçek hayatta sıklıkla, her gün neredeyse onlarca defa karşılaştığımız bir hal.
***
Eğer köylülerin biri dışında her birinin teklifleri saçma olsaydı, ortada gerilim filan olmayacaktı. Ama öyle değil, her biri haklı. Hoca’nın herkese kızıp sonunda geliştirdiği çözüm dışındaki bütün seçenekler mantıklı. Yani her birinin mantıklı bir açıklaması var. Bir tek çözüm saçma, bir tek çözümün mantıklı açıklaması yok, o da Hoca’nın mantıklı seçenekleri ayıklaya ayıklaya en sonunda ulaştığı çözüm.
Gerilim de zaten tam bu yüzden zuhur ediyor.
Yani?
Yani, (a) mantık yoluyla sadece bir çözüme ulaşılabileceği, her halükarda bir doğru çözümün mevcut olduğu varsayımı ve (b) mantıklı olmayan çözümleri ayıklayarak mantıklı bir çözüme ulaşılacağı varsayımı yüzünden çuvallıyoruz.
Köylülerin her birinin itirazı haklı. Her biri gerçekliği daraltıyor, daraltılmış bir gerçeklik imal ediyor, o daraltılmış gerçekliğin içinden bir itiraz üretiyor. Fıkrada bu daraltılmış gerçekliklerin sırayla Hoca’ya iletilmesi vasıtasıyla, Hoca’nın aşina olduğu gerçeklik kademeli olarak genişliyor. Nihayet bütün mümkün gerçekliklere sahip olduğunda…
Daraltılmamış bir gerçekliğe ulaşmıyoruz, saçmalığa ulaşıyoruz.
Bütün bunları, önceki gün Benfica-Beşiktaş maçı sırasında ve sonrasında yapılan tartışmalara şahit olurken ve kendimce tartışırken hatırladım. Ama şimdi Beşiktaş’ın hallerini tartışmaya takatim yok. Dolayısıyla memlekette siyaset niyetine imal edilen şeyle ilişkilendirip bırakayım.
Erdoğan’ın şeyinin kılları olan zevat, gazete formatında imal edilen şeylerdeki köşelerinde ve televizyon kanalı gibi görünen şeylerdeki programlarda, kendi daraltılmış gerçekliklerinin ima ettiği çözüm dışındaki bütün çözümlerin saçmalığını ballandıra balandıra anlatıyorlar. “İyi ama, sizin çözüm niyetine pompaladığınız şey de…” filan demeye kalkarsanız, “siz de her musibeti Erdoğan’dan biliyorsunuz, Erdoğan karşıtlığı aklınızı bulandırmış” filan diye bir başka daraltılmış gerçekliği pompalamaya başlıyorlar. Hemen hiçbir platformda kendileri gibi olmayanlarla eşit şartlarda tartışmaya yanaşmıyorlar.
Neredeyse peygamber statüsüne taşıdıkları Erdoğan’ın kendisi de, bugüne kadar, herhangi bir ortamda, “iyi ama koskoca adam yürürken, sen…” diyebilecek herhangi bir rakiple aynı programa katılmaya cesaret edemedi. Herhangi bir beklenmedik soru sorabilecek birinin karşısına çıkmaya da cesaret edemedi. Çünkü daraltılmış gerçekliklerden birinin içinden bakıyor olduğunun anlaşılması, büyünün bozulması için kâfi. Erdoğan’ın gerçekliğinin diğer fanilerin her birinin gerçekliğinden yapısal olarak farklı olduğu, diğer herkesinki daraltılmış iken onunkinin eksiksiz olduğu zannı üzerinden bir mevcudiyet imal etmiş olduğundan, herhangi bir eşit tartışma ortamında iflas edecek.
Dikkat isterim, Erdoğan ve şeyinin kılları, her daim suçlayacak birilerini bulmak zorundalar. Çünkü –Hoca’nın fıkrası karşısında düştüğümüz hal gibi– eğer şahıslarla değil de halin açmazlığıyla yüzleşirsek, büyü bozulacak. İkinci olarak, Erdoğan ve şeyinin kılları, (a) mantıklı bir tek çözüm olduğu ve (b) mantıksız çözümleri ayıklayarak ona ulaşılabileceği varsayımlarımızın mevcudiyeti sayesinde bu oyunu sürdürebiliyorlar. Yaptıkları iş de hep bu: Diğer bütün seçeneklerin mantıksız olduğunu söylemekle kifayet ediyorlar, kendi çözümlerini müdafaa etmeye filan nadiren müracaat ediyorlar.
Ve nihayet CHP…
Tastamam aynı varsayımlarla malul, üstelik bu varsayımlarla herkesten daha çok malul bir kesimi temsil ettiği için, Erdoğan’dan farklı olarak üstelik namuslu da olduğu için, neticede eşeğin bacaklarını bir kalasa bağlayıp… Erdoğan’a ve şeyinin kıllarına uygun zemini açıyorlar: “Bakın şunlara, bunlar eşeği size taşıtacaklar” deme fırsatı sağlıyorlar.
***
Bütün gerçeklikler daraltılmış gerçeklikler. Bütün gerçekliklerin hepsini bir araya getirdiğimizde daraltılmamış bir gerçekliğe ulaşmıyoruz, manasızlığa, saçmalığa düşüyoruz. Çünkü âlem bir oyun ve oyundan ibaret. Her bir öznenin kısmi bir gerçekliğe sahip olduğu, hiçbir halde gerçekliğin tamamına erişilemeyeceği bir âlemde yaşıyoruz.
Mutlak hakikatin mevcut olduğu zannı, bu yüzden, sadece demokrasiyi değil, büsbütün hayatı imkânsızlaştıran bir zan.