İnancın Direnişi
Vedat Özdan T24’te, insan zihninin işleyişine dair sıradan gerçeklerden bahsetmiş (http://t24.com.tr/yazarlar/vedat-ozdan/sonuctan-sebep-uretmek-motivasyonlu-muhakeme-ve-ben-hakliyim-sendromu,12339) Malum, Platonik tasavvura göre, insan bir gerçeklik ile karşılaştığında, kendi bilgilerini gözden geçirip, o gerçeklik ile çelişen kabullerini değiştirir. Bu sayede de sürekli, kararlı ve pürüzsüz bir biçimde yol alır, gelişir.
Ama gerçekte öyle olmuyor. İnsan, inançlarıyla çelişen bir gerçeklikle karşılaştığında, inançları direniyor. Hep öyleydi ve öyle olduğunu, muhataplarımızın kendilerine sunduğumuz apaçık delillerin arkasından dolanmak için akla gelmez manevralar yapabildiklerini, her birimiz, çocuk yaşlardan itibaren defalarca tecrübe ediyorduk. Yine de –nereden ve nasıl edindiğimiz meçhul olan– âlemin Platonik bir dokusu olduğu zannı direniyordu.
Yani…
İnsanlar böyle.
İnsanlar… Yani Özdan’ın beyninin organizasyonu da bir istisna değil. Benim beyniminki de… Sizin beyninizinki de…
***
Özdan yazısını Wilson’dan bir alıntıyla kapatıyor: “İnsanlığın gerçek sorunu şu: Paleolitik Çağ’dan kalma duygularımız, Orta Çağ’dan kalma kurumlarımız ve Tanrısal teknolojimiz var. Ve bu, müthiş tehlikeli bir sorun ve geniş kapsamlı bir krize doğru yaklaşıyor.”
Şimdi sanırsınız ki, Orta Çağ’dan kalma kurumlar gökten zembille indi, Paleolitik Çağ’dan kalma duygularla malul insanoğlu kurmadı o kurumları. Ve nihayet, Tanrısal teknoloji de gökten zembille indi, Duyguları Paleolitik Çağ’dan, kurumları Orta Çağ’dan kalma insanlar geliştirmedi o Tanrısal teknolojiyi. Hâlbuki hepimiz biliyoruz işte, o kurumları da insanoğlu geliştirdi, o teknolojiyi de… Neden duygular, kurumlar ve teknoloji aynı çağda üretilmiş şeyler olmak zorunda olsun? Hepsi aynı çağa ait değilse, neden tehlikeli olsun?
Wilson’u bilen bilir, kendi alanı olan böcekbilimde muhtemelen eşsiz bir uzmandır. Ama 1975’te yazdığı Sociobiology ile birlikte sansasyon odağı olmanın hazzını yaşamış, ondan sonra da bildiği/bilmediği her konuda zırvalamaktan kendisini bir türlü alamamış birinden söz ediyoruz. Consilience adlı kitabında mesela, İyon Büyülenmesi tabiriyle adlandırdığı bir ruh durumunu antik Yunan’a yakıştırmış, antik Yunan’ın “âlemin düzenli olduğuna duydukları inanç”a ve bu inancın doğurduğu neticelere övgüler yağdırmıştı. Mesele şu: Antik Yunanlılar âlemin düzenli olduğuna inanmıyorlardı. Aksine, Wilson’a göre dünyanın başını derde sokmuş olan doğu Akdenizliler derinden inanmışlardı âlemin düzenli olduğuna ve bütün mesailerini o düzeni anlamaya, o düzene uymaya adamışlardı. Matematiği onlar bulmuşlardı mesela, ama akıllarına saf matematiğe yaslanan yepyeni, âlemin mevcut düzeninden bağımsız düzenler kurmak gelmemişti.
Filan…
***
Demokrasinin ancak insan zihni çalıştığı gibi çalışmasaydı, yani mesela Özdan bir hakikati size ilettiğinde hepiniz “hah işte, ben yanılmışım, şu kabullerimi bundan böyle reddediyorum” deyiverecek bir zihinsel organizasyona sahip olsaydınız iyi çalışacaktı olan bir sosyal organizasyon biçimi olduğu nerede yazıyor? Elcevap: Özdan’ın zihninde. Özdan, kendisi defalarca gözlediği bir şeyi birileri makale konusu yapmadan ve kendisi o makaleyi yıllar sonra okumadan bir türlü öğrenemiyor. Ama her nasılsa öğrendiğinde “başkaları” hakkında öğrendiği bu şey “acaba benim direnen inançlarım neler” demesine yol açmıyor. Platonik inancı direniyor.
Direnmeseydi daha mı iyi olacaktı? Bilemem. “Şöyle işleyen zihinleri olsaydı insanların, endokrin sistemlerini de mevcut teknolojimize göre güncelleyebilseydik” filan gibi şeylerle uğraşmam. Çünkü âlemin düzenli olduğuna inanırım, kendi kafama göre düzenler hayal etmek tarzım değil.
Yani inancım direniyor.