İnsan Kaynaklı Küresel Isınma ve Bilimsel Mutabakat

Nişanyan yine üşenmemiş, ince işçilik yapmış. İnsan kaynaklı küresel ısınmaya “inanan” bilim insanlarının oranının % 97 olduğu hususundaki yaygın bombardımanın kaynağını araştırıp bulmuş. Yazısını şöyle bağlamış: “Mesele şu: Milyonlarca okumuş yazmış insanın kıytırık bir makaledeki bariz şarlatanlığı algılamaktan aciz olduğu bir dünyada, uydurma olduğu apaçık olan bir bilginin 625 bin defa tekrarlanarak tartışılmaz veri haline gelebildiği bir çağda, dev boyutlu ekonomik ve siyasi çıkarları ilgilendiren bir konuda, ‘bilgi’ nasıl üretilir? Nasıl sınanır? Nasıl güvenilir?”
Kendisine müteşekkirim. Lakin “işte günümüzün bilimi bu” çıkarımına itirazım var. Bilimin kusursuzluğu ve/veya masumiyeti filan gibi sahalarda oynamadığımı, beni bilenler biliyor. Yine de mevzuu bilime fatura etmeye karşıyım, çünkü bu bir tür hedef şaşırtma olur.
Önce belirteyim, bilim denen faaliyet alanında sayısız mevzu ele alınıyor. Yani mesela birileri epigenetik alanında filanca bulguya ulaşıyor, başkaları Higgs parçacığı hakkında falanca spekülasyonu üretiyor. O bulguların ve/veya spekülasyonların başına, insan kaynaklı küresel ısınma denen nesnenin başına gelen şey gelmiyor.
Neden?
Çünkü insan kaynaklı küresel ısınma denen mevzu —Nisanyan’ın da isabetle işaret ettiği gibi— bilimsel değil, iktisadi ve politik.
İktisadi, çünkü dünya ekonomisi içindeki payı ciddi oranda erozyona uğramış olan zengin ülkeler, geriden gelenlerin aşamayacağı bir eşik inşa etmeye ihtiyaç duyuyorlar. En azından bir süre onları durduracak bir eşik. Normal şartlarda “siz biraz durun da biz üretmeyi sürdürelim” dense manası yok. Zor kullanılırsa bin türlü sıkıntı çıkar. “Dünya hasta, bu şartlarda ürünlerin şu standartlara sahip olması lazım, siz de o standartlara uygun üretim yapamıyorsunuz, ne yapalım kaderinize küsün veya biraz daha gelişin, dünyaya hassas olmayı öğrenin” denirse? Neden olmasın? Mesele şu ki, zengin ülkelerin endüstrisi de ayak sürüyor, yeterince hızla ve gönüllü olarak dönüşemiyor. Bu yüzden evelenip geveleniyor.
Politik, çünkü hasta dünyamızın acılarına hassasiyet gösteren yüce ruhlu, yüce gönüllü insanlarla, “yahu karnımız aç” diyen avam arasındaki sınırı çiziyor. Yani sadece zengin ülkeler ile geriden gelenleri birbirinden ayıran bariyeri yükseltmekle kalmıyor, aynı zamanda her bir toplumun içinde tuzu kuru olanlarla geriden gelenleri birbirinden ayıran bariyeri de yükseltiyor.
Buraya kadar mutabıksak… Dünyada her daim politik ve ekonomik olanın etrafında gereken yalan halesi bir biçimde imal edildi. Yeni bir şey değil yani başımıza gelen. O yalanların sınırladığı yollardan yüründü, dünyanın sonu gelmedi. Yine öyle olacak. Meselenin bilimsel olmadığını, bilim dünyasına çekidüzen vererek aşılacak bir şey olmadığını, politik ve iktisadi bir cepheleşme olduğunu peşinen kabul edecek olursak, ola ki, geriden gelenlere çıkacak faturayı küçültmek mümkün olabilir. Doğru cephede dövüşürsek…