İntihar Etmeyin, Bir İşe Yarayın
Yanlış hatırlamıyorsam Latif Demirci’nin Gırgır’da yayınlanan bir karikatürü vardı. Demirci’nin budala çizgi karakteri masanın altına girmiş sufle ediyor, Doğramacı da bir gazeteciye Elektrik İdaresini Elektrik Mühendisliğine bağladığını filan açıklıyordu. Sadece Doğramacı’yı gören gazeteci, not tutarken bir yandan da hayranlığını “Uy anam ne akıllar” diyerek gösteriyordu. Yıllar geçti, ben Doğramacı aklını andıran akıllara her şahit olduğumda bu karikatürü hatırladım. Tahmin edebileceğiniz gibi, “Uy anam ne akıllar” demek için sebep kıtlığı çektiğim hiç olmadı. Evren’in yargılanmasının haksız, en azından yersiz olacağını yekten veya kıvırtarak dile getirenler beni, bir defa daha benzer hayranlıklara gark etti.
Çocuğunuzun ateşi biraz yükseldiğinde ateş düşürücü ilaç verebilirsiniz. Ateş düşer, muradınıza erersiniz. Ama başka bir şey daha olur. Çocuğunuzun bağışıklık sistemi, ateşin yükselmesine yol açan her neyse, onunla baş etmeyi öğrenme fırsatını kaçırmış olur. Orta vadede sağlıklı bir bünyeye sahip olma şansını, kısa vadeli konfora karşılık trampa etmiş olursunuz.
11 Eylül 1980 günü Türkiye’nin ateşi fena halde yükselmişti. Nereden biliyorum? Ateşin en çok tehdit ettiği dokulara mensup olduğumdan biliyorum. Her sabah yurtlardan çıkarken, ortalama yirmi beşimizin akşam dönmeyeceğini bilerek yıllarca yaşadık. Yine de 12 Eylül sabahı içim bulanarak uyandım. Türkiye’nin yıllar boyunca ağır bir bedel ödediğini, artık yavaş yavaş iyileşme sürecine gireceğini ümit ediyordum ki, birileri ellerinde ateş düşürücülerle avdet ettiler.
Ama hadi ben hesapta hata yaptım diyelim. Diyelim ki memleketin ateşi benim zannettiğimden daha çok yükselmişti. Diyelim ki, az daha müdahale edilmese, hasta kan kaybından ölecekti. 12 Eylül’ü aklamak için bu kâfi gelmiyor. Çünkü çok geçmeden gördük ki, 12 Eylül rejimi, akmasına mani olduğu kandan fazlasını döktü. Ama hadi “kanı kanla temizlerler” diyenlerin de bir perspektifi olduğunu kabul edelim, “Uy anam ne akıllar” deyip şakaya vuralım, içimize sindirelim.
12 Eylül’ün muhasebesi bu kalemlerden ibaret midir yani?
12 Eylül sonrasında hasta, kan kaybından ve acıdan bayıldı. Hekim rolüne soyunmuş olanlar, “Hazır bayılmışken,” deyip, “bunun ayağı da aksıyordu” diye ayağına, “gözleri de şaşıydı” diye gözlerine müdahale ettiler. Ateşin nasıl düşürüleceğini bile bilmezken, cerrahlığa heves ettiler. Aksak ayağıyla iyi kötü yol almaya çalışan, şaşı gözleriyle iyi kötü bir görüşe sahip olan millet, 12 Eylül operasyonları yüzünden kör ve kötürüm kaldı. Bugün siyasi partilerin her biri bir şahsın tapusuna geçmişse, YÖK kuruluşunu haklı gösterebilecek vazifelerin bir tekini bile yerine getirmeden hayatta kalabiliyorsa, daha bir yığın zırvalık ayağımıza dolanıyorsa, hepsi 12 Eylül mantığının eseridir.
12 Eylül mantığı derken neyi kastettiğimi Cuma’ya bırakıp, şöyle bağlayayım izin verirseniz. Bence Sayın Evren intihar filan etmemeli. Gün bugündür. Sayesinde bunca umur gördüğü bu memlekete bir hizmet fırsatı doğdu. Yargılanması elbette yol açtığı hasarı telafi etmez ama yargılanırsa ahir ömründe memleketin bir işine yarayabilir.
Cemalettin N. TAŞCI