İş

Emine Ülker Tarhan kendisini veya yanındakiler onu benzersiz zannediyor olabilir. Ama öyle değil. Tarhan gibi çok kişi var. Herkesin birçok versiyonu var. Yani Tarhan’ın oyun dışı kalması elbette Tarhan ve arkadaşları için çok mana ifade eder ama —normal şartlarda— memleket için kaygılanmayı gerektirmez.

Mesele şu ki, şartlar normal değil.

Olağandışı şartlardan geçiyor olduğumuzu, bu şartlar altında da Tarhan’ın (veya başka birinin, mesela Erdoğan’ın filan) mevcut şartlarda çok kritik olduğunu ima ediyor değilim. Tarhan ile CHP’nin boşanması gibi meseleleri, bahse konu olan şahıslar sebebiyle değil, bahse konu olan vakanın sistem hakkında bize söyledikleri sebebiyle önemsiyorum.

Nasıl anlatayım?

Fizikte iş, uygulanan kuvvet doğrultusunda kat edilen mesafeyle ilgili bir kavram. Yani mesela bir saban izine girmiş bir topa, ize diyagonal bir kuvvet uygulasanız ve topu yerinden oynatamasanız, hiç iş yapmış sayılmazsınız. Kuvvet uygulamış, yorulmuş, ama iş yapmamış olursunuz. Aynı kuvveti saban izi doğrultusunda uygularsanız, top bir hayli mesafe kat eder ve siz de iş yapmış olursunuz.

Herkes iş yapmak ister. Yani durduk yerde yorulalım ama top bir milim bile kımıldamasın, herhalde akıl sağlığı yerinde birinin talep edebileceği şey değil. Sosyal sistemlerde mesele şu ki, topun istikameti hakkında birbirinden çok farklı yığınla talep ve beklenti olur. Siz topun şu istikamette hareket etmesini istersiniz, beriki bu istikamette hareket etmesini ister, öteki başka bir istikamette, filan.

Ta 19. Yüzyılın ortalarında, Türkiye topunun geri kaldığı tespiti yapıldı. Dünyanın bir saban izinin mevcut olduğu, muhtelif topların bu saban izi boyunca akıp gittiği, buna mukabil Türkiye topunun —herkes başka tarafa çekiştirip durduğundan— bir türlü istenen hızla istenen mesafeyi kat edemediği neticesine ulaşıldı. Çare, başka tarafa çekiştirip durmaların iptal edilmesi olarak görüldü. Siyaset marifetiyle, eğitim marifetiyle, olmadı zor kullanarak, herkesin kuvvetini aynı istikamette kullanması için ne lazımsa yapıldı.

Modelin her yanı dökülüyordu. Bir defa dünyada öyle bir saban izi yoktu. Ayrıca Türkiye’nin kendisinden ileride gördüklerinden hiçbiri, öyle zannedildiği gibi, sosyal enerjiyi bir tek istikamette organize ettiği için yol almış değildi. Zaten kimsenin önceden bir istikamet belirlemişliği filan da yoktu. Yani mesela İngiltere’de sanayi devrimi denen dönüşüm süreci olup biterken, birileri masa başına oturmuş, “şöyle şöyle yapalım da sonradan sanayi devrimi adı verilecek süreci gerçekleştirelim” filan demiş değildi. Aksine, bir takım girişimciler bir takım işler işlemişler, bu işleri işlerken başka girişimcilerin ayağına çelme takma fırsatlarını hiç kaçırmamışlar, aristokratlar bu olup bitenlerden fena halde müteessir olup olan biteni engellemek için bildikleri her şeyi yapmışlar, devlet bir yandan burjuvaziyi, bir yandan aristokrasiyi söğüşlemek için ne yapması gerektiğini düşünüp durmuş, köylüler çaresizlik içinde —kafaları koparılmış tavuk gibi— oradan oraya savrulmuşlar… Ve ortaya bir netice çıkmıştı.

Yani, farklı sosyal kesimlerin ve her kesimdeki farklı öznelerin uyguladıkları kuvvetin istikameti ile İngiltere topunun istikametini mukayese edecek olursanız, hemen hemen kimse iş yapmış değildi. Ama ortaya muazzam bir iş çıktı.

Bütün sosyal sistemler, tarihin her döneminde, ortaya muazzam bir iş çıkması potansiyelini içlerinde barındırır. Bütün işler de zaten o potansiyelden ortaya çıkar. Her potansiyel iş yapmaz ama işi yapan potansiyeldir, tasarı veya niyet değil. Sosyal kesimlerin ve sosyal kesimlerdeki öznelerin uyguladıkları kuvvetlerin bileşkesinden bir iş çıkar. Öznelerin herhangi birinin hayal ettiği iş değil ama bambaşka bir iş.

Çin’den Arjantin’e, Rusya’dan Güney Afrika’ya kadar dünyanın geniş coğrafyaları geri kaldı. Çünkü sosyal enerjilerini, sosyal potansiyellerini, önceden belirlenmiş bir istikamet uğruna kelepçelediler. İngiltere’de son derece özel şartlarda olmuş olanı, o şartların hiçbirine sahip olmayan, bambaşka avantajları ve bambaşka dezavantajları olan kendi toplumlarında gerçekleştirmek üzere yeniden organize olmaya teşebbüs ettiler. Olmadı. Olmadığı zaman, kudreti elinde bulunduranlar, hasım olarak, kendi toplumlarının dinamiklerini seçtiler. Sosyal enerji toplumun yapabileceği şeylere değil, toplumun kendisini sakatlamasına harcandı. Bütün bir 20. Yüzyıl, dünyanın neredeyse tamamında böyle geçti.

Fransa’nın, Almanya’nın nasıl sanayileştiğine bakacak olursanız, her ikisinin de İngiltere’den —ve birbirinden— çok farklı yollar izlediğini görürsünüz. Amerika’nınki zaten bambaşka bir hikâye. Sanayileşmeyi de çok önemsiyor değilim, ayrıca söyleyeyim. Ama sanayileşme gibi son derece belirgin bir sürecin gerçekleşmesi bile, öyle bir saban izi kavrayışıyla olmadı, sosyal gelişme adını verebileceğimiz —daha doğrusu sosyal potansiyelin gerçekleşmesi, toplumun kendisini gerçekleştirmesi— süreçlerin gerçekleşmesi nasıl olsun?

Türkiye 150 yılı aşkın süredir kendi kendisiyle dövüşüyor. Türkiye’nin içe sinecek bir performans gösterememesi için başka bir sebep aramak lüzumsuz, çünkü olan enerjimizi birbirimizi dövmeye harcıyoruz. Hâlbuki şöyle birbirimizle uğraşmaktan vazgeçip, ortak bir hedef doğrultusunda…

Filan diyecek değilim. Birbirimizle dövüşmemizden, Erdoğangillerle Tarhangillerin birbirini hasım olarak görüp birbiriyle dövüşmesinden rahatsız değilim. Aksine, bir şey çıkacaksa, bu tür dövüşmelerden çıkacağını baştan kabul ettim zaten. Topun istikameti hakkında benim de bir talebim ve beklentim var, o ayrı. Topun o istikamette veya başka birinin talep ettiği istikamette yol almayacağını da biliyorum.

O halde derdim ne?

Başa döneyim. Tarhan gibi çok kişi var. Tarhan gider, başkası gelir. Toplumlar müsrif organizasyonlar ve öyle olmaları gerekiyor. Toplum Tarhan’ı kullanır, harcar. Onun aşındırmış olduğu yerden başkası bir yol açar. Tarhan için üzücü bir durum olabilir ama toplum için dert değil.

Mesele şu ki, memlekette taş üstüne taş konmuyor. Herhangi yeni bir şey söylenmiyor. 150 yılı aşkın süredir çiğnenip durmuş sakızlar, sanki birbirine rakipmiş gibi yapan iki farklı kesim tarafından tekrarlanıp duruyor. Her iki kesimin de projeleri belli: Bizi felaha ulaştıracak olan istikameti biliyorlar, o istikamete yol almak hususunda problem yarattığını düşündükleri özneleri imha etmekten gayrı bir projeleri yok.

Eğer CHP’de kudret Tarhan’a hayat hakkı tanımayacak kadar birikmişse, eğer her kudret odağı benzer şekilde aşırı güçlenmişse, o zaman şartlar normal değil diyebiliriz. Tarhan yapıp edebileceklerini yapıp ettiği ve netice üzerinde kapasitesi kadar etkiyi yaptığı, ona ihtiyaç olmadığı veya kalmadığı için kenara çekilmek zorunda kalmıyor. Yapıp edebileceklerini yapamadığı için, oyunda bir oyuncu olamadığı için kenara çekiliyor. Çünkü, yapıp edecekleri, memleketin kudretlilerinin istikamet beklentilerine uymuyor.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin