İzan Tutulması
Türkiye’nin sosyolojisinin kadim ve en derin çatlağının bir yanında, her şeyin doğrusunu bilenler var. Ne giyilir, hangi kelimeler kullanılır, hangi müzik dinlenir, onlar bilirler. Yüz elli yıldır doğruları ahaliye öğretip, onları şöyle el içine çıkar hale getirmek için ellerinden geleni de esirgemediler.
Gayet tabii olarak, karşılarında da “karışmayın işimize” diyenlerden müteşekkil geniş bir koalisyon zuhur etti. İşbu kitle kimsenin ne giyeceği, ne dinleyeceği gibi mevzulara hevesli değildi. Sadece kendilerine öğretmenlik taslayanlara devletin arka çıkmasına itirazları vardı. Hâlâ öyleler mi, bir süredir emin değilim.
Emin olmamama sebep ne, geleceğim, ama önce hatırlatayım. Deyip duruyorum ki, “karışmayın işimize”cileri bugün parlamentoda temsil eden Erbakan yetiştirmeleri de her şeyin doğrusunu biliyorlar. Sadece doğruları farklı. Yani AKP kafası da, çok kızdıkları Aydınlanmacı kafasından hiç farklı değil.
Böyle deyip duruyorum ama Erdoğan, her şeyin doğrusunu bilme hususunda Abdullah Cevdet, Nevzat Tandoğan gibilere rahmet okutacak, Çetin Altan ve Mine Kırıkkanat gibileri mumla aratacak kadar ileri gitti. “Bu isim yanlış, düzeltin” veya “bu soy ismi hoş değil, değiştirin” diyecek kadar…
***
Elbette durduk yerde Erdoğan’ın kafasının hasımları ile aynı çalıştığı neticesine varmış değildim. Alametler çoktu. Benim açımdan ip, vakti zamanında Şam’da Emevi Camii ziyaret edilirken kopmuştu. Erdoğan ahalinin oraya buraya bağladığı çaputları bizzat kendi mübarek elleriyle kesip, Suriyelilere doğru din hakkında ders verme fırsatını heder etmemişti.
Yine de işin buralara vardırılabileceğini tahmin etmek mümkün değildi. Çünkü haddini şaşırmanın bu kadarına, dünya tarihinde rastlanmadı. Evet, insanların isimlerini, soy isimlerini değiştirmeye yeltenen zorbalar, devletler hep oldu. Türkiye Cumhuriyeti de dâhil. Lakin bu tasarrufların hepsinde müteharrik güç, siyasi idi. İsim değiştirmeye, boyun eğdirmenin en müessir araçlarından biri olduğundan teşebbüs ediliyordu.
Robinson Crusoe Cuma ile karşılaştığında “senin adın ne” diye sormaz. Günlerden Cuma olduğu için ona Cuma diye hitap eder. Böylece Cuma ile birlikte, okur da öğrenir üstün olanın kim olduğunu. Eğer Robinson Cuma’ya ismini sorsa ve ona ismiyle hitap etseydi, iki eşit insanın arasında geçerdi olaylar. Siz de mazur göremezdiniz Robinson’un Cuma’yı medenileştirmesini, filan.
Yoksa Robinson bile bilir, doğru isim diye bir şey yoktur.
***
Yani bugüne kadar kimse, isimlerin doğrusunu veya uygununu bildiğini iddia etmedi. Erdoğan ilk. Ve… Birkaç cılız çıkış dışında, neredeyse çıt çıkmadı.
Ne oluyoruz? Birilerinin isminin, soy isminin bile doğrusunu tayin etmekte bir tuhaflık görmeyen bu ruh durumunu normal bulacak kadar zıvanadan mı çıktık hepimiz? Bugüne kadar, olur olmaz her şeyin doğrusunun kendilerine öğretilmesine itiraz edenlere ne oldu? Koskoca bir mektep haline getirilmiş olan memlekette, kendilerini öğretmenliğe atayanlardan yüz elli yıldır dayak yiye yiye, öğretmenlerin doğrularını olmasa da her şeyin bir doğrusu olduğu gibi bir zırvayı mı içselleştirdiler, nedir?
Haddini şaşırmak kötüdür. Ama birilerinin isimlerini, soy isimlerini bile doğrultma hakkını kendinde görecek kadar haddini şaşırmak… Bunu tavsif edecek sıfat varsa da ben bilmiyorum. Yuh yani.
Cemalettin N. TAŞCI