Kabahat Kimde?
Sandıklar açılacak ve…
Bugüne kadar ne konuştuysak, bundan sonra da benzer şeyleri konuşacağız.
Hâlbuki sadece son birkaç günde, sadece futbolda şöyle şeyler oldu: Fenerbahçe ve Beşiktaş, Chelsea ile birlikte, Soma kazazedelerinin ailelerine yardım amaçlı bir turnuvada oynadılar, tribünler dolmadı. Fenerbahçeliler ve Beşiktaşlılar bir arada maç seyrederek hoş görüntüler verdiler ama orada olmayan Galatasaraylıların kulaklarını çınlattılar. Drogba sahaya çıktığında ve top ayağına her değdiğinde ıslıklandı. Fenerbahçe’yi geçen sezon şampiyon yapmış olan Ersun Yanal istifa etmek zorunda bırakıldı.
Adım adım gidelim:
Memlekette futbol denince akan sular duruyor gibi görünüyor. Ama İstanbul gibi milyonlarca kişinin yaşadığı bir şehirde, ülkenin en çok taraftarı olan kulüplerinin ikisi bir Avrupa devi ile maç yapıyor ve tribünler dolmuyor. Ne iş?
Uzaktan baksak nasıl görünür anlayabilmek için şöyle yapalım: Milan ve Inter, yine Chelsea ile birlikte, mesela Roma’da vuku bulmuş bir depremde zarar görmüş olanlar için bir mini turnuva düzenlemiş olsunlar. Ne olurdu? Nasıl olurdu?
Denebilir ki, “canım biletler pahalıydı”. Eh, en pahalısı 200 liradan ucuz olan biletlere, koskoca İstanbul’da 55 000 talep çıkmıyorsa, durmadan zenginleşip duran Türkiye nerede? Krizden en çok hasar görmüş bir İtalya’nın Napoli’si ile İstanbul arasındaki fark bu kadar büyükse, kostaklanıp durmakların ne kadarı haklı?
Denebilir ki, “canım onlar Milan ve Inter, bizimki Fenerbahçe ve Beşiktaş”. Eh, yüzüncü yaşlarını kutlayalı bilmem kaç yıl olmuş, milyonlarca taraftar biriktirmiş, uzun tarihleri boyunca devlet tarafından bu kadar desteklenmiş iki kurum, İtalya’nın iki kurumu ile rekabet etmekte bu kadar aciz kalıyorsa, üzerinde düşünülmesi gereken şeyler yok mu? Mesela Ersun Yanal keyfi bir biçimde gönderilebiliyor olmasaydı Fenerbahçe daha iyi durumda olamaz mıydı? Bu hususta ne dersek Erdoğan’ın hoşuna gitmediği için başımız derde girer? Ne dersek Aziz Yıldırım’ın yalakaları bize saldırırlar? Hangi sınırlar içinde konuşabiliriz, dilimizin ucuna gelen neleri yutmamız gerekiyor?
Erdoğan ve Aziz Yıldırım’ı birbirlerine benzeten ilk ben değilim. Her ikisi de, kendi yaptıklarına yaslanarak değil, rakiplerine duyulan düşmanlık üzerinden prim yapıyor, iktidar devşirip duruyorlar. Her ikisi de gerektiğinde, mesela balkona çıktıklarında, yapıp ettiklerini sayıp döküyorlar. Ama ikisi de biliyor ki, Türkiye’nin ve Fenerbahçe’nin ölçeği bu değil. Çok daha fazlası hak ediliyor. Çok daha fazlası yapılabilir.
Mesela Türkiye, Soma için gerçekleştirilen bir futbol şöleninde 55 000 kişiden çok daha fazlasının 200 lirayı kolaylıkla ödeyebileceği kadar zengin olabilir. Drogba’yı ıslıklamayı aklına bile getirmeyecek kadar olgun tribünlere sahip olabilir. Fenerbahçeli ve Beşiktaşlı taraftarların bir arada maç seyretmesi, kimseyi şaşırtmayacak kadar sıradan bir vaka olmalı ve olabilir.
Böyle bir Türkiye, Erdoğan’a rey verenler de dâhil pek çok kişiyi memnun edebilir. Ama Erdoğan’ın hayali öyle bir Türkiye değil. Öyle bir Türkiye, hatta, Erdoğan için kabus bile olabilir. Herhalde bu tür hayaller Erdoğan’ın gündemine hiç girmedi. Birisi çıkıp “Türkiye şöyle olsa” diye zatıalilerinin yanında böyle bir Türkiye anlatsa, muhtemelen “bu kim, nereden çıktı ya” diye geçer içinden. O kadar akıldışı görünür Erdoğan’a böyle birinin mevcudiyeti. Aklının erdiği pek az şey var. Böyle bir Türkiye’yi makbul bir ülke olarak görmek onlardan biri değil.
Mesela Fenerbahçe, Şampiyonlar Liginde her yıl çeyrek final oynayan bir kulüp olabilir. Bunu başaran Avrupa kulüplerinin pek azı Fenerbahçe’nin bütçesine sahip. Muhtemelen hiçbirinin Fenerbahçe’ninki kadar taraftarı yok. Hiçbiri devlet tarafından bu kadar sistemli bir biçimde, bu kadar uzun süreyle kayırılmış değil. Ama Fenerbahçelilerin bu tür taleplerde bulunması pek müşkül. Bu hususları tartışmak olmayacak iş. Çünkü medyada Aziz Yıldırım tarafından beslenen bir avuç zibidi, Fenerbahçe taraftarlarını, “ama siz böyle yaparsanız Galatasaray…” mealinde başlayan cümlelerle sindiriyorlar. Tıpkı Erdoğan sayesinde köşe kapmış bir yığın zibidinin “Erdoğan bir düşerse Sertergiller size cıs yapacak” senaryolarıyla ahalinin geniş kesimlerini korkutması gibi.
Erdoğan’a rey verenlerin büyük bölümü de, Fenerbahçe taraftarlarının büyük bölümü de, eğer oyun başka türlü kurulursa ona da uyum sağlayabilecek insanlar. Yani mesela Erdoğan’a rey verenler, görüldü ki, Hocaefendi’nin her yaptığında kıymet vehmeden insanlar iken, şimdi her işinde bir şeytanlık vehmeden insanlar haline geldiler. Yani şimdi arkasında durdukları şeyleri de yarın lanetleyebilirler. Veya mesela geçmişin muhasebesini denkleştirmeyi şehvetle talep eden insanlar iken, pekala, “olan olmuş, biz şimdi kardeşçe bir istikbali nasıl inşa edebileceğimizi düşünelim” diyebilirler. Yani mesela Fenerbahçeliler Drogba’yı alkışlayabilir, Galatasaray’ın başarısızlığı yerine Fenerbahçe’nin başarısından haz duyan kişiler olabilirler.
Mesele şu ki, Erdoğan’ın ve Yıldırım’ın kendi camialarını öyle yapmak gibi bir hayalleri de yok, kabiliyetleri de… Kazara Türkiye ve Fenerbahçe öyle dönüşse, Erdoğan ve Yıldırım’ın o Türkiye ve o Fenerbahçe’de zerre kadar kıymetleri de olmaz, yerleri de olmaz.
Kabahat ahalide veya Fenerbahçelilerde değil. Onlar Erdoğan ve Yıldırım tarafından maniple ediliyorlar. Kabahat Erdoğan veya Yıldırım’da değil. Ancak böyle maniple edilmiş ülkede veya camiada bir kıymet ifade edebilecek şahıslar bunlar. Kabahat, Erdoğan veya Yıldırım’ın yanında havladıkları için çanakları dolan zevatta değil. Karınlarını ancak böyle doyurabilirler. Doğru dürüst şartlarda kimse onlara gazetecilik yaptırmaz mesela.
E, kabahat kimde?
Kabahat, bütün sistemlerdeki karşılıklı denetim imkânlarını iptal ederek, her sistemde aşırı kudret yoğunlaşmasını, askeri bir mantığı, bile isteye teşvik eden düzenlemeleri yapan 12 Eylül rejiminde. Eh, sistem her yerde Erdoğan ve Yıldırım benzerlerini üretip dururken, hâlâ, Erdoğan’ın ve Yıldırım’ın yerine şu veya bu gelirse işlerin düzeleceğini ümit eden sizin de az kabahatiniz yok yani.