Karar Vermek Karar Vereni Değiştirir

Uzun süredir —belki de hiç— vermek zorunda kalmadığı kararları vermekteki acemiliği yüzünden insanları suçlayıp, “böyle olmuyor, kararları ulema versin” demekle, “böyle olmuyor, bilim insanları versin” demek veya “böyle olmuyor, ben vereyim” demek arasında bir fark yok. Bu tür meseleler, din ile bilim, din ile karizma ve/veya bilim ile karizma arasındaki farklar vurgulanarak bilim lehine çözümleniyor ama mesele, doğru kararı vermek değil. Kararı kimin vereceği?

Daha önce, defalarca, bilimin bu denklemlerdeki boşluğu doldurmaya uygun bir şey olmadığını, olamayacağını, muhtelif biçimlerde iddia ettim. Tekrarlamayacağım. Ama bilim o iddia edilen şey olsaydı bile, kararları ona ihale etmekle yol almak kabil olmazdı. Karar vermek karar vereni değiştirir. Esas mühim olan, yani, hangi tercihin hayata geçtiği değil. Mühim olan, karar vermenin karar veren öznede sebep olduğu değişim. Tarihi yazan o.

Yani… Tarihin öznesi, kararları veren(ler)dir.

Marks hayal etti ama hayalleri çuvalladı. Daha önce yine yazmıştım, işçi sınıfı tarihin öznesi olamadı. Olamazdı. İşçi sınıfı adına konuştuğunu iddia eden birileri tarihin öznesi oldu. Birileri… Son derece dar bir zümre. O zümreye mensup olanların kişiliklerini hedefe yerleştirip fikri temize çekmeye çalışmanın manası yok. Kararları bir zümre veriyorsa, değişen, güçlenen, dolayısıyla da tarihi yapan o zümre olur, işçi sınıfı da avucunu yalar.

Dolayısıyla kararları kimin verdiği, yapılan tercihlerin doğru olup olmadığından bağımsız olarak, son derece mühim. Mercekleri tercihlerin doğruluğuna odakladığınızda görülmeyen bir şeyden söz ediyorum ve esas mühim olanın o şey olduğunu iddia ediyorum.

Ve yine iddia edegeliyorum ki, bugün kararlar, insanlık tarihinde hiç olmadığı, hayal bile edilememiş kadar dağıtılmış durumda. Son yüz yılın en büyük performansı, yarattığı en büyük zenginlik, yarattığı diğer zenginlikleri yaratabilmesinin esas müteharrik gücü, kararların dağıtıklaşmasında sağladığı benzersiz performans. Yani piyasanın hiç olmadığı kadar müessir olması.

Ama…

Kararlar şimdi olduğundan çok daha dağıtılmış hale getirilebilir. Hem insanlığın geldiği zihinsel aşama, hem iktisadi imkânlar ve teknoloji başta olmak üzere maddi şartlar, şimdi olduğundan daha dağıtılmış olan bir siyasete imkân sağlıyor. Ama insanlığın olgunluk seviyesi ile siyasetin teknolojisi arasındaki makas büyüyor. Çünkü siyaset, özellikle de son altmış yılda, diğer toplumsal sektörlerdeki değişime uygun bir hızla değişmedi.

Yani… Diyegeldiğim terimlerle tekrarlayacak olursam, toplumun karmaşıklık düzeyi, toplumdaki bilgiişlemin karmaşık düzeyini çok aştı. 1990’larda filizlenmeye başlayan ve bugün artık çevrilemez hale gelen kriz, bu iki düzey arasındaki makasın büyümesinin neticesi. Bugünün terimleriyle söyleyecek olursam, piyasa değil krizin sebebi, piyasanın muhtelif yollarla baskılanması, budanması. Bize piyasanın yerine bir şey lazım değil, piyasanın daha da yaygınlaşması, derinleşmesi lazım.

***

Yüz yıl önce, toplumsal kararların hemen tamamı, dünya genelinde, son derece dar bir zümre tarafından veriliyordu. Toplumun kalanının bireysel kararlarının büyük çoğunluğu da… En demokratik, en bireysel karar problemlerinden biri olan kimin kiminle evleneceği hususunda bile, bugün tasavvur edilmesi imkânsız bir sosyal mekanizma işliyordu ve mesela din adamları bu hususta bile son derece müessirdi.

Bir yandan her bir bireyin kendisine dair kararlardaki hissesi arttı. Öte yandan da, demokrasi denen mekanizma marifetiyle, toplum adına karar verenlerin oranı dramatik bir biçimde yükseldi. Yüz yıl önce neredeyse esamileri okunmuyorken, altmış yıl içinde ruhban sınıfı ile aristokrasinin yanında kendilerine bir yer açmayı kademeli olarak başarmış olan, neticede de hızla güçlenip genişleyen kesim, bugün, kararların daha da dağıtıklaşmasına direnen kesim.

Yani şehirliler…

Ahlaki üstünlük, bilim ve saire gibi kavramlarla ne kadar gizlenmeye çalışılırsa çalışılsın, günümüzde şehirliler, geçende dediğim gibi, şehirliliği değil kendi imtiyazlarını müdafaa pozisyonundalar. Başımıza gelen işi de, bir vakittir kaybetmiş olduklarını telafi fırsatı olarak görüyorlar. Piyasanın oyuna kattığı aktörlerdi. Piyasanın oyuna yeni aktörler katıp kendilerini sahip olduklarını paylaşmaya zorlamasına direniyorlar.

Sahip olduklarını?

Karar verme yetkisini, tekelini…

Bence beyhude bir direnç. Bence yapılması gereken, yapılabilir olan —önünde sonunda gerçekleşecek olan— daha geniş kesimlerin şehirlileşmesi. Şehirlilik kazanacak yani. Gerekirse, günümüzün şehirlilerinin fena halde dayak yemesi pahasına…