Kemal
Benim baktığım yerden göründüğü şekliyle…
- Osmanlı zaten çok uzun süredir yenilip duran ve en azından son yüz yılı boyunca çaresizliğine bir çare arayan bir organizasyondu. Akla hayale gelmeyecek, bugün dile getiren olsa kim vurduya gitmesine sebep olacak çareler teklif edilmişti o yüzyılda —Avrupa’dan damızlık erkek getirmek gibi…
- Osmanlı —bugün bizim tecrübe ettiğimizin veya soğuk savaş döneminde yaşananın aksine— Batı ile bir başka unsurun arasında sıkışmış, tercihini yapamadığı için çaresiz kalmış değildi. Kendisi zaten dünya sahnesinin esas oyuncularından biri idi ve kendisi dışında bir aktör zuhur etmişti. Karşıdaki o aktör homojen değildi, kendi içindeki unsurlar birbirleri ile barışık değildi. Birbirleri ile rekabet halindeki unsurlar, anlaşılır sebeplerle, Osmanlı’ya, yekpare bir alternatif medeniyet olarak görünüyordu.
- Neticede, Cihan Harbi sadece Osmanlı İmparatorluğundan geriye kalmış olanı değil, bütün imparatorlukları tasfiye eden bir süreci başlattı. Yani dinozorların habitatı ortadan kalkmıştı ve yok oldular. Dinozorları, onların yerini alan türler ortadan kaldırmamıştı, iklim değişmiş, dinozorluk sürdürülemez bir hal almıştı. Ama dinozorların torunlarının meseleyi “kendilerine yer açmak için bizi ortadan kaldırdılar” diye okumasında da anlaşılmaz bir hal yoktu. Yanlış da olsa bu kanaat, toplumun hemen her kesiminde bir biçimde karşılık buldu.
- Kemal bu şartlar altında çıktı sahneye. Milli Mücadeleyi örgütlemekteki performansını göz kamaştırıcı buluyorum. Ama unutmamak gerekiyor ki, devasa bir devlet tecrübesinin, yüzyıllar boyunca eski dünyaya nizam vermiş bir tecrübenin mirasçısı olan toplum, Kemal sahneye çıkmadan önce de vardı. Anadolu’nun dört bir yanında direniş bir biçimde başlamıştı ve devletin kalıntıları da bir biçimde direniş için lazım geleni yapıyordu. Yine de Kemal’in o direnişi örgütlemek konusundaki performansı, bence, hayranlık vericidir.
- Milli Mücadele sonrasındaki tercihler ise, öyle bin yılda bir dünyaya gelen bir dâhi gerektiren şeyler değildi. Yukarıda dediğim gibi, Avrupa’dan damızlık erkek getirmeyi, topluca Hıristiyan olmayı bile alternatif olarak masaya koymuş bir entelijansiyanın zaten uzun süredir tartışıp durduğu hususlar arasından, belli ki, çok ciddi itiraz görmemiş olanlardan bir paket yapılmış, laik bir Cumhuriyet kurulmuş, Hilafet kaldırılmış, alfabe değiştirilmişti. Dikkat isterim, ta şapka kanununa kadar yapılıp edilenlerin hemen hiçbiri ciddi bir toplumsal muhalefetle karşılaşmamış, ta şapka kanununa kadar bir tek kişinin bile asılması gerekmemişti. Yani toplumun hazır olduğuna dair sayısız işaret var.
- O toplumu bugünün Britanyalıları veya Hollandalıları ile mukayese etmek manasız, kendi çağdaşları ile mukayese edin. Neticede Avrupa’nın hiçbir yerinde, mesela kadınların oy hakkı yoktu. Dönemin Hollandalılarının hayat tarzları, tercihleri ve tartıştıkları hususlar, bugünden —bugünün değerleri ile— bakınca, son derece hayal kırıcı bulunacaktır. Türkiye’nin toplumu, öyle anlaşılıyor ki, Avrupa’daki çağdaşlarından çok da geri filan değildi. Dolayısıyla Milli Mücadele sonrasında gerçekleştirilen şeyleri abartmak, uzunca bir süredir seçim yapan, en ücralarına kadar siyasi örgütlenmenin nüfuz ettiği Osmanlı toplumunu fazla hafife almakla ancak mümkün.
- Kaldı ki, Milli Mücadele sonrasında yapılan tercihlerin önemli bir bölümünün Kemal tarafından pek de iyi anlaşılmadığı, Kemal’in görüntüyü muhtevadan, zarfı mazruftan daha çok önemsediği de görülüyor. Kıyafet devrimi denen şey bunun en has misallerinden biri de, benim açımdan esas mühim olan, harf devrimidir. Harf devrimi yaparsınız, bir itirazım yok. Ama o şey, ancak medeniyetinizin sahip olduğu zenginliği yeni harflere tercüme edecek destek ayaklarını da inşa ederseniz devrim olur. Aksi halde, şimdi olduğu gibi olur.
- Daha sonraki tarih tezlerini, dil tezlerini filan saymıyorum bile…
Bakiye olarak söyleyeceğim şey, Kemal’in çağının adamı olduğu, müthiş bir siyasi ihtiras sahibi olduğu, o ihtirasın gerektirdiği riskleri alabildiği, hemen bütün hayatı boyunca hesaplı riskler aldığı —yani müthiş bir siyasetçi olduğudur.
Ama hepsi o kadar.
Sonraki döneminde doğru işleri yanlış ve bazı yanlış işleri doğru yapmış biridir Kemal benim gözümde. Eğer onun siyasi dehasına sahip biri olmasaydı, Anadolu’nun dört bir yanından fışkıran direniş arzusu netice veremeyebilirdi, dolayısıyla kendisine müteşekkirim. Ama kendisine peygamber, sözlerine hadis, yapıp ettiklerine sünnet muamelesi yapılmasına hep itirazım oldu. Bana kalırsa, yapıp ettiklerine teşekkür edip, dünyanın yeni şartlarına uygun bir istikamette yola çıkmak gerekiyordu.
Bu topraklarda yaşayanların saygıdeğer bir toplum olduğunun delillerinden biri de, Kemal’in vefatını müteakip dünyayı kasıp kavuran kasırga diner dinmez, tam da bu dediğim işi yapmaya teşebbüs etmesidir bana kalırsa. “Tamamdır, Atatürk’e borçluyuz ama şimdi önümüze bakalım” diye özetlenebilecek bir teşebbüsü oldu Türkiye’nin. Bayar ve Menderes’in, Cumhuriyeti halkın malı yapmaya teşebbüs ettiklerini düşünüyorum. Tıpkı şimdiki zevzekler gibi iktidardan başları dönüp zırvalamaya başladıklarında, karşılarına sağlıklı bir antitez konamamış görünüyor. Veya memlekette her şeyin kendilerinden sorulmasını isteyen vasıfsız bir azınlık, sağlıklı bir antitez geliştirmek gibi meşakkatli işler yerine, kestirmeden iktidara el koymayı tercih ettiler. Türkiye bu yüzden rayından çıktı.
***
Kemal’le ilişkimi yukarıda özetledim. Kemalistlerle ilişkim ise bambaşka…
Memlekette dişe dokunur hiçbir şey yapmadan, hiçbir manalı fikir üretmeden, kendi kafalarında yaşattıkları bir Asr-ı Saadetten kovulmuş olmanın acısıyla, “bu nefy-ü hicre müebbed, bu yerde mahkûm” olmanın hüznüyle, Türkiye’nin tarihini, Türkiye’yi küçültüp durdular. Dünyada dişe dokunur bir iz bırakmadılar. Mesela bugünlerde bilmediğim sebeplerle yeniden yıldızı parlayan Celal Şengör gibi adamların ağzının içine baka baka hayatlarını sürdürdüler. Celal Şengör kendi uzmanlık alanında dünya çapında bir adam olabilir —herhalde öyledir, ben değerlendirebilecek durumda değilim. Ama kendi alanının dışına çıktığında söyledikleri, minimum bir tutarlılıktan mahrum zırvalardan ibaret. Kendi alanındaki performansı üzerinden konuşacak olursak, eh, bir ülke doksan yıla yakın sürede bir Şengör, bir Arf filan ancak çıkarabiliyorsa, ortada övünülecek değil, utanılacak bir şeyler var demektir. Osmanlı’dan kopmuş ülkeler bile aynı dönemde daha fazlasını yaptılar.
Ortada ne sanat, ne bilim, ne düşünce, ne de başka herhangi bir kıymetli şey yok. Şehirlerimiz tarumar. Sosyolojimiz tarumar. Türkiye son bin yılda hiçbir dönemde bugünkü kadar dünyanın taşrası olmadı ve Kemalistlerimiz bize, “ama bak Irak’a, Suriye’ye” filan diye avuntu satıyorlar. Hep öyle yaptılar. Irak, Suriye filan dediğiniz şeyler, mirası üzerinde senin oturduğun imparatorluğun kalıntıları. Üstelik birer müstemleke haline düşmüşler. Sen Yunanistan’a, Bulgaristan’a, Sırbistan’a bak, senden çok daha elverişsiz başlangıç şartlarından başlayıp, sana her alanda nasıl fark atmışlar. Mesela hangisinin kaç Olimpiyat madalyası var, kaç bilim adamı çıkarmışlar, kaç romancı gibi romancıları olmuş? Milli gelirleri ne kadar?
Kemalist değilseniz bile, mutlaka aklınızdan geçti, “ama bizim toplumda iş yok” diye… Mesele öyle açıklanabilecek bir mesele değil. Yunanistan’ın ve hatta Fransa’nın ortalaması, Türkiye’nin ortalamasından daha vasıflı değil. Yunanlı işçiler ile Anadolulu çocuklar aynı zamanda Almanya’ya işçi olarak gittiler. Yunanlılar, üstelik de dinsel dezavantajları çok daha küçük olduğu halde, Türkiye’den gidenlerin performansının yanına bile yaklaşamadılar.
Mesele şu: Fransa’da kimse teniste dünya çapında adam yetiştirmek için Fransız köylüsüne tenis oynatmayı aklına bile getirmedi. Ama Fransa hayranı Çetin Altan, “ne zaman ki Türk köylüsü tenis oynayacak, o zaman adam olmuş olacağız” mealinde fikirler döktürebildi. Kemalistler bize, hepimize, durmaksızın, toplumun her bir ferdi teker teker adam edilmeden, toplumun yeterli bilim, sanat, spor ve gelir üretemeyeceğini söyleyip durdular. Kendileri inandılar ve herkesi de inandırdılar. Kemal’in böyle bir projesi var mıydı emin değilim ama Kemalistlerin imkânsız projesi bu.
Yani?
Bilimi, sanatı, sporu, gelir üretmeyi köylüler yapacak. Ama siyaseti? Olmaz. Asla olmaz. Onu Kemalistler yapacak.