Kendinden Bilmek
Dünyaya prizmatik bir bakışımız var.
Mesela “çayı beğendiğine sevindim, ben yaptım” gibi bir ifade, son derece sıradan bir ifade. İyi ama, birileri Doğu Karadeniz dağlarında çay yetiştirmeseydi, birileri muhtelif yerlerden topladıkları çayları harmanlayıp paketlemeseydi, birileri o paketleri bizim alışveriş yaptığımız markete dağıtmasaydı… Çayı yapmak bir hayli zor olurdu.
“ODTÜ’yü kazandım, kazandımsa ben kazandım” diyen birinin, onca çaba ve heyecandan sonra sevinmeye elbette hakkı var. Ama —başka sayısız faktörü saymaya bile ihtiyaç duymuyorum— ya ODTÜ kurulmuş olmasaydı…
Olup biten şeyler içinde kendi payımızı önemseyen, ön plana çıkaran prizmatik bir bakışımız var. Ama o kadarla da kalmıyor.
Bir kâğıt katlama kursunda kâğıt katlayarak kurbağa yapanların yaptıkları kurbağalar toplanmış. Sonra bütün kurbağalar, kursu verenin yaptığı kusursuz kurbağa da dâhil olmak üzere, açık artırmaya sunulmuş. Herkes kendi yaptığı kurbağaya en yüksek fiyatı biçmiş. Kendi yaptığımız şeyi önemsemekle de kalmıyoruz. Başkalarının yaptıklarından daha çok beğeniyoruz da…
***
Ama prizmatik kırılma sadece bizimle ilgili hususlarla sınırlı da değil.
Mesela rahmetli Ecevit’e sempatiyle bakanlar, olup biten her olumlu şeyi ondan, her olumsuzluğu ise Rahşan hanımdan bilirlerdi. Toplum, bir biçimde, kendisi için lüzumlu gördüğü insanları koruyup kolluyor. Eh, kimse toplumun her talebine cevap veremediği için, kayırılan her insanın yanında, bütün kötülükleri üzerine çekecek bir paratonere de ihtiyaç duyuluyor.
Bu hususta galiba Erdoğan bir istisna. (Erdoğan’ın yalakaları, zat-ı alilerini her anlamda müstesna göstermek için gerekçeye ihtiyaç duymuyorlar ama birçok bakımdan Erdoğan sıradan biri. İstisna olduğu pek az sayıda husustan biri bu.) Çünkü Erdoğan’ın yanında yamacında bir paratoner olmadı hiç. “Erdoğan iyi ama yanındakiler kötü” lafının dolaşıma girdiği olduysa da, girmesiyle çıkması bir oldu.
Peki, bu iş nasıl oldu?
Bir İtalyan çizgi kahraman vardı. TRT’de Bay Meraklı gibi manasız bir isimle oynadı. Ekranda çizgi çizen bir el beliriyor ve çizgi kahramanı çiziyordu, hatırlarsınız. İşler yolunda giderken şakıyıp duran Bay Meraklı, bir yağmur damlası düşmeyegörsün, akla gelmez bir isyan sergiliyordu. Erdoğan başından beri bana hep Bay Meraklı gibi göründü. İşler yolunda giderken, her şeyi kendisi yapmış oluyordu. Türkiye’nin tarihinden devreden onca imkân, 28 Şubatçıların ölçüsüzlüklerinin yol açtığı hasar sayesinde toplumda birikmiş olan tahammül duygusu, dünya ekonomisinin görülmemiş bir bahar havasına girmesi ve saire gibi, imalatında kendisinin hiç payı olmayan bir yığın faktörün hiç önemi yoktu. Enflasyon düştüyse, o düşürmüştü. Türkiye’nin kredi notu yükseldiyse, o yükseltmişti. Tarımda rekolte arttıysa, o artırmıştı.
Sonra az yağmur yağdı. Sel koskoca TIR’ları sürükleyip götürdü. Ozon tabakasını delen bizler suçlu olduk. Erdoğan, tıpkı Bay Meraklı gibi, bize suratını astı. Kredi notu düştü, emperyalistlerin işi oldu. Kriz çıktı, enflasyon yükseldi, dış mihraklar suçlu oldu. Cemaati sanki devletin içinde biz örgütlemişiz gibi, Cemaatin hesabını görmek de bizim vazifemiz oldu. Eğer hesabını görmüşsek, bu işi başaran Erdoğan olacak, hiç şüphe yok.
Erdoğan, artık nasıl bir ruh durumundan nasıl süzüp çıkarmayı becerdiyse, her şeye hakkı olan ama hiçbir mesuliyeti olmayan bir varlık gibi görüyor kendisini. Sahiden öyle görüyor ve öyle gördüğünü hiç gizlemiyor. Bu hususta o kadar samimi, o kadar tabii ki, yanındaki yamacındaki herkes de onu, her şeye hakkı olan ama hiçbir mesuliyeti olmayan bir adam olarak satın almış durumdalar.
Kamuoyu bu hikâyeyi yedi. Hikâyeye inandığından değil, kapatılması gereken bazı hesapları kapatmak için Erdoğan’a ihtiyaç duyduğundan. Erdoğan bu süre içinde, hikâyeye biraz çeşni katabilir, kamuoyuna yenilebilir bir hikâye sunmaya çalışabilirdi. Ama teşebbüs bile etmedi. Çünkü —dediğim gibi— zaten kendisini bir lütuf olarak görüyor.
Olmadığını anladığında hoş olacak.