Kim Neyi Yapabilir?

Rivayet odur ki, bir gün Hazım Körmükçü’ye sormuşlar, “üstad, nasıl oluyor da kimsenin beceremediğini beceriyorsun” diye. “Başkaları,” demiş, “bir oyuncu adayının neyi yapamayacağına bakarlar, ben neyi yapabileceğine bakarım.”

Dün gece Liverpool-Beşiktaş maçı vardı. Bana kalırsa 20-45 dakikaları arası hariç, berbat bir maçtı. Üzerinde konuşulmaya değecek bir şey değildi yani.

Ama konuşuluyor.

Oyuncularının neyi yapamayacağını çok iyi bilen Biliç’in takımı üzerine, Biliç dışındaki herkesin neyi yapamayacağını çok iyi bilen akıllarla konuşuluyor. Deniyor ki mesela, “şu Beşiktaş’tan şu Liverpool’a hangi futbolcuyu koyabilirsiniz?” Ne kadar akıllıca bir soru. Cevap belli: Kimseyi. O halde Liverpool’un Beşiktaş’ı yenmesi, hatta ezmesi normal. Ama Beşiktaş beklendiği kadar ezilmedi. O halde Biliç müthiş işler yapıyor, filan.

E, sorayım o vakit: Biliç niye Liverpool’un başında değil?

***

Liverpool’da Emre Can adında bir gurbetçi oynuyor. Bildiğim kadarıyla, ilk defa Real karşısındaki Şampiyonlar Ligi maçında Liverpool forması giydi. Yine bildiğim kadarıyla, son dönemlerde Liverpool’da çıkardığı işlerle “gelecek vadeden oyuncu” statüsüne kavuştu. Dün gece berbattı. Üzerine gidilseydi, maçın seyri değişebilirdi. Ama zannetmiyorum ki Liverpool teknik heyeti veya Liverpool taraftarları, Emre Can hakkında, mesele bizim Serdar hakkında yaptığımıza benzer tartışmalar yapıyor olsunlar.

Onlar, Emre Can’ın neyi yapabileceğine bakıyorlar. Biz, Serdar’ın neyi yapamayacağına…

Şuraya yazıyorum: Biliç, belki de bu sezonun sonunda muradına erecek ve bir İngiliz takımının başına geçecek. Perişan olacak. Ama İngilizler onun neyi yapamadığına değil, neyi yapabileceğine baktıkları için, bir kredisi olacak. Eğer o süre içinde kendisini değiştirebilirse, işe yarar bir adam olacak. Aksi halde, yani şimdiki gibi oyuncularının neyi yapamayacağına odaklanmış biri olarak kalırsa, dönüp Türkiye’ye gelecek. Kahraman gibi… Çünkü bu kafayla, buradan başka hiçbir futbol ortamında yeri yok.

***

Sergen gibiler futbolun bir yetenek işi olduğunu söyleyip duruyor. Öte yandan Gladwell, başarının anahtarının on bin saat çalışma olduğunu öne sürmüştü. Bence bu yaklaşımların ikisi de eksik. Bence Einstein haklı: Sevdiğiniz ve çaba harcadığınızın farkında bile olmadığınız bir şeyi yaparsanız, öğrenirsiniz. Aradan yeterince süre geçtiğinde, yeterince mesafe kat ettiğinizde size bakanlar yetenek görürler.

Elbette herkes futbolcu olamaz. Bazı genetik özelliklere sahip olmak gerekiyor. Ama o özellikler öyle çok dışlayıcı şeyler değil, muhtemelen her yaş grubunda yüz binlerce insan o özelliklere sahip. Ama bazıları fiziği, başkaları müziği, ötekiler resim yapmayı seviyorlar. Filan… (O tercihler de öyle insanın içinden geliyor değil ama o başka mevzu.)

Türkiye’de severek yaptığınız, öğreniyor olduğunuz bir şeyi bile size severek yaptırmazlar. Yaparsınız, yapmanıza izin verebilirler, ama sevmekten caymanız şartıyla… Dolayısıyla, yolun başında geliştirilebilir özellikleriniz vardıysa da, on bin saat çalışmışsanız da, fark etmez. Neticede Liverpool’da forma giyecek hale gelemezsiniz.

***

Futbol maçı zuhur eden, emergent bir şey. Sezon başında bütçe imkânlarınız, rekabet şartları ve saire faktörler altında bir kadro kurarsınız. Sonra, sezon ilerledikçe bir yığın şey olur. Ve her maç öncesi, daha önce vermiş olduğunuz kararların tarif ettiği sınırlılıklar içinde bir maç kadrosu belirlersiniz. Bir oyun planı yaparsınız. Sahaya çıkarsınız. Ve fakat hiçbir şey tam da sizin planladığınız gibi gelişmez. Rüzgâr şuradan eser, rakibin sağ açığı sizin sol bekinize ters gelir. Daha önceki maçlarda onlarca benzeri gol olmamışken bu gece otuz metreden vurulan bir top kalenizde gol olur. Ve saire…

Ama futbol maçında sadece bir skor zuhur etmez. Yığınla başka şey de zuhur eder. Konumuz açısından en mühimi şu: Birçok futbolcunuz değişir, öğrenir, gelişir. Diğer her şey gibi ve diğer şeyden çok daha aşikâr biçimde, futbol oynamadan futbolcu olunmaz. İdmanla futbolcu olunmaz.

Türkiye’de futbol piyasasında verilen her karar ve yapılan hemen her yorum, aksine bir varsayıma yaslanıyor: Yetenekli olan, futbol oynamasa bile iyi futbolcu olma kaderine sahip, özü futbolcu olan birileri var her yaş grubunda… Onları bulacaksınız, akıllıca, doğru idman yaptırıp futbolun icaplarını öğreteceksiniz. Sonra kadroya koyacaksınız ve şıp diye yıldız performansı sergileyecekler. Liverpool onları buluyor. Eğer Beşiktaşlı futbolcular onların arasında olsaydı, Liverpool zaten onları bulacaktı. Filan.

Öyle değil.

Liverpool’da Emre Can’ın bütün eksikliklerine rağmen, maç içinde yaptığı katkılara bakılıyor. Beşiktaş’ta Gökhan Töre’nin bütün katkılarına rağmen, neyi yapamadığı üzerine odaklanılıyor. Emre Can gelişiyor, Gökhan Töre geriliyor.

Denebilir ki Gökhan Beşiktaş’a geldiğinde henüz bir tek gol atmamış bir futbolcuydu, Beşiktaş’ta müthiş gelişme gösterdi. Şüphesiz öyle. Ama bu gelişimi sadece maç yaptığı için, oynadığı için gösterdi. Türkiye’nin, Beşiktaş’ın iklimi ona katkı yaptığından değil. Eğer aynı süre içinde Liverpool’da oynasaydı, muhtemelen bir dünya yıldızı olacaktı. Ve muhtemelen sezon sonunda doğru dürüst bir futbol ikliminin olduğu bir ülkeye gidecek ve bir dünya yıldızı olacak.

Yine denebilir ki, Gökhan zaten başka ülkelerde denemiş ve başarısız olmuştu. Öyle değil. Gökhan iyi takımların kadrolarında yer almış ama yeterince şans bulamamıştı. Şimdi Chelsea’nin, Arsenal’in kadrosunda bir yığın futbolcu var ve ancak 15-20’si şans bulabiliyor. Şans bulanların şans bulamayanlardan bir gömlek filan farkı yok. Varsa bir tık fakı var. O bile kesin değil. Yani falancayı filancaya tercih eden teknik kadro, hangi futbolcuyu oynatırsa daha kayda değer gelişme sergileyeceğini tahmin ederken yanılmaz bir önseziye sahip filan değiller.

Kaldı ki, futbol bir takım oyunu. Verdiğiniz topu size uygun bir pozisyonda verebilecek birileriyle oynuyorsanız başka, bunu beceremeyecek olanlarla oynuyorsanız başka senaryolar gelişir. Sizin performansınız da değişik olur.

***

Hayat da futbola benziyor. Hayat da bir takım oyunu. Kimlerle oynadığınıza bağlı olarak, (a) hem sizin filanca maçtaki performansınız değişiyor, mesela hocalarınızın bakış açısına veya sınıf arkadaşlarınıza bağlı olarak üniversitedeki performansınız belirleniyor, (b) hem gelişiminizin istikameti ve büyüklüğü değişiyor, mesela üniversite sonrasında üstlendiğiniz işte ne kadar yaratıcı çözümler üretebileceğiniz filan belirleniyor, (c) hem de başkalarının gelişimine katkı mı yapacağınız, engel mi teşkil edeceğiniz belirleniyor.

İngiltere gibi modernleşmiş toplumlarda, futbolcunun oynayarak futbolcu olduğu, söylenmese de biliniyor. Futbol düzeni ona göre kurulmuş. Bir yığın yeteneğin kaybolacağı, israf edileceği, hayatta kalanlardan bir futbol düzeni, o futbol düzeninin içinde her yıl bir sezon, her sezonda birçok maç zuhur edeceği biliniyor. Türkiye gibi modernleştirilmiş toplumlarda işler öyle yürüyemiyor. Türkiye’de zannediliyor ki İngiltere’de her şey, işi iyi bilen otoriteler tarafından, şaşmaz bir bilgelikle verilen kararların neticesi… Türkiye ‘de bu zanla, İşlerin öyle yürüyeceği düzenler tesis ediliyor. O düzenlerden de işte bu netice çıkıyor.

Modernleşmiş olanlar, kimin neyi yapabileceğine odaklanıyorlar. Biricik fark bu.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin