Kıyamet
Yeğenim uyardı, öğrendim: Kıyamet Saati önceki gün yeniden ayarlanmış. Kıyamete beş varmış, üç dakika kalmış. Hayırlı olsun.
Benim gençliğim nüfus kıyameti senaryolarıyla geçti. Sonra —Kıyamet Saati diye bir şeyin icat edilmesine de sebep olan— nükleer kıyamet senaryoları öne çıktı. Sonra ozon tabakasının delinmesi ve iklim kıyameti… Derken, anladığım kadarıyla biyoteknolojik çalışmalar da kıyamet alametleri arasında yerini almış.
Sözün özü: Uzun sayılabilecek hayatım boyunca muhtelif şeylerin kıtlığını çektim ama kıyamet senaryosu kıtlığı çekmedim.
***
İnsanoğlunun kıyamete şahit olmaya, kıyametin kendisi yaşarken kopmasına neden bu kadar meraklı olduğunu anladığımı söyleyemem. İnsanoğlu derken haksız bir genelleme yapıyor da olabilirim. Anladığım kadarıyla kıyametin eli kulağında olduğuna, sadece okumuş çocuklar inanıyor. Yozgat’ın köyünde yaşayan çobanın, kısa süre sonra kıyamet kopacağını düşündüğünü zannetmiyorum. O, bir yolunu bulup İstanbul’a göçüp, torunlarının daha iyi şartlara sahip olmasını sağlama hayali kuruyor.
Gerçeklik aşikâr biçimde gösteriyor ki, Yozgatlı çoban haklı. Nüfus dünyanın kaldıramayacağı, gıda üretiminin yetmeyeceği şekilde artmıyor, artmayacak. İnsanlığın tamamını yok edebilecek kadar çok nükleer silahlara uzun süredir sahibiz ama onları kullanmaya pek de hevesli olan yok. İklim derseniz… Değişiyor ve değişecek. İklimin değişmesi konusunda pek bir suçumuz olduğunu da, onu engelleyebilecek kadar muktedir olduğumuzu da zannetmiyorum. Ama benzer değişimlere —bugünkü ile kıyaslanmayacak kadar çaresiz olan— atalarımız uyum sağladığına göre, biz haydi haydi sağlarız diye düşünüyorum.
Siz bana katılmıyorsunuzdur.
Çünkü —anladığım kadarıyla— kıyametsiz yaşamak zor. Neden zor, bilmiyorum ama öyle işte…
***
Biz gençken, yönetim ve örgütlenme alanında, X Teorisi diye adlandırılan bir varsayım vardı. İnsan özünde kötüdür (en hafifinden tembeldir, en ağırından ise cani ruhludur, eğer engellenmezse, bir somun ekmek için başkasını gözünü kırpmadan öldürebilir) diye özetlenebilir X Teorisi. Özelde örgütler, genelde medeniyet, ancak uygun mükâfatlar ve cezalar sistemleri kurulabilirse sürdürülebilir, aksi halde insanoğlu taş devrine döner, filan. Daha önce sözünü ettiğim Sineklerin Tanrısında Golding’in varsayımı gibi yani…
Sonra Y Teorisi diye bir karşı varsayım imal edildi. İnsan özünde iyidir, eğer engellenmezse, şartlar aşırı zorlaştırılmazsa, insan durduk yerde başkalarına kötülük yapmaz diye özetlenebilir Y Teorisi.
Eh, teorilerin hiçbiri gerçekliği kuşatıyor sayılmaz pek. Ama ille de birini seçmek zorundaysak, bence, insanoğlunun on binlerce yıllık macerası, açıkça, Y Teorisini destekliyor.
Ve dünya, çok şükür, giderek daha az vahşi, daha zeki insanlar tarafından dolduruluyor. Binlerce yıldır böyle oluyor bu. Bugün ölümünüzün bir insanın elinden olma ihtimali, mesela yüz yıl öncesine kıyasla en az yarı yarıya düşmüş durumda. Bin yıl öncesi veya on bin yıl öncesiyle kıyaslayacak olursak… Ohooo…
***
Okumuş çocuklar niye bu kadar şehvetle kıyamet senaryoları üretiyor ve her kıyamet senaryosuna niye bu kadar gönüllü yazılıyor, bilmiyorum. Ama daha önce sözünü ettiğim işsizlik problemiyle bir bağlantısı olduğunu zannediyorum. Şöyle bir şey: Biz, insanlığın seçilmiş unsurları eğer bir şey yapmıyorsak işler yolunda gitmez diye düşünülüyor. İşler, ancak biz müdahil olur ve tasarlarsak yolunda gidebilir. Ama mevcut şartlarda sisteme biz hükmediyor değiliz —yani işsiziz. O halde işler çığırından çıkmış demektir ve her an kıyamet kopabilir.
Öyle değil.
İnsanlık, dünyada ODTÜ’ler, Harvard’lar, Oxford’lar filan yokken de, dolayısıyla bu tür okulların mezunları yokken de, birileri derin fikirleriyle dünyayı tasarlamazken de, pekâlâ gelişme gösterdi. Kimse insanların insanlar eliyle ölümlerinin oranının düşmesi için sistemler tasarlamadı ama dünya o istikamette gelişti. Kimse medeniyet diye bir şey tasarlamadı ama insanlar medenileşti.
Yani, evet okuduk, seçkin okullarda okuduk filan ama insanlık denen şeyin bize o kadar da ihtiyacı yok. Bunu kabullenmek müşkül, anlıyorum ama, dünya biz olmasak da yolunda gidiyor. Her şey şimdi olduğundan daha iyi olabilir, itirazım yok. Ama her şeyin şimdi olduğundan daha iyi olması için, anladığım kadarıyla, bize daha çok değil, daha az rol verilmesi gerekiyor. Çünkü sahnede rol kaptık mıydı, ille bir kıyamet senaryosu üretiyoruz.
Dileyen, nüfus kıyameti senaryosunun imalatı, yaygınlaşması sürecini okuyup inceleyebilir. Nüfus kıyametinden, onunla —aklınca— mücadele edenlerin yaptıkları müdahaleler sayesinde kurtulmuş değiliz. (a) Zaten öyle bir kıyamet ihtimali yoktu. (b) Doğurganlık, birilerinin geliştirdikleri programlar sayesinde değil, hâlâ neden olduğunu tam olarak anlayamadığımız süreçler içinde olağanüstü düştü. Düşmemesi gerektiği kadar… Hollanda’da, İsviçre’de, Japonya’da doğurganlığın düşmesini açıklamak için kullandığımız faktörlerin hiçbirinin gerçekleşmediği —Bangladeş’ten Burkina Faso’ya kadar— her yerde düştü doğurganlık. Kadınlara “daha az doğurun” diyenlerin hiçbir etkisi olmadı ama mesela bebek ölümlerinin olağanüstü düşüşü muhtemelen etkili oldu.
Bilmem anlatabildim mi?
Kıyamet filan kopmayacak. Siz işinize bakın. İşiniz yoksa… Hayatınıza mânâ katacaksınız diye kıyameti ertelemek filan gibi işler icat etmeyin. Daha mütevazı yolları da var bunun.