Kızılelma

Güneç Kıyak T24’te hafta sonları fizik hakkında yazılar yazıyor —hoş bir motivasyona sahip olduğu anlaşılıyor. Hidrojen, oksijen ve karbon atomlarının tarihçesini anlatıp demiş ki, “Onlar, biz doğmadan milyarlarca yıl öncesinden geldiler, bizimle hayat buldular, bizden sonra da var olacaklar: Belki başka bir galakside, belki başka bir canlı yapının içinde. Yani, atomlarımızla evrende hep var olmaya devam edeceğiz!”

Sonra da sormuş, “Ve bu hesapla biz, şimdi 13,7 milyar yaşında olmuyor muyuz?”

E hayır işte. Kendiniz anlatmışsınız güzelce, her yerde hep aynı atomlar var, ama ancak şu şekilde örgütlendiklerinde ben oluyorum. Ve öyle örgütlenmişlerse bir defa, artık şu hidrojen atomu gidip bu gelse de… Ben örgütlenmesi ben olarak kalıyor. Esas olan örgütlenmedir yani ve o da işte altmış küsur yaşında, 13,7 milyar filan nereden çıkıyor?

Nüans gibi görünüyor bu dediklerim ama inanın ki değil.

Memlekete vaziyet eden teşkilatın başı fena halde dertte, malumunuz. Malazgirt yıldönümü bahanesiyle, Kızılelma temalı bir klip hazırlamışlar, seyretmedim. Ama hakkında yazılıp çizilip duruyor, onların bir bölümünü okudum. Mesela Hakkı Özdal’ın Gazete Duvar’daki yazısı güzel bir tahlil.

De…

Şimdi şuradan bir insan çevirsek ve sorsak, “dövüşürsek galip ihtimal kaybedeceğiz, dövüşelim mi, boyun mu eğelim” diye, büyük ihtimalle “dövüşelim” diyecektir. Aynı insana, “dövüşürsek karşıdakine zarar vereceğiz ama biz de çok zarar göreceğiz, payımızın bir bölümünü verip ortaklık mı kuralım, dövüşelim mi” diye sorarsak, büyük ihtimalle “ortaklık kuralım” diyecektir.

Türkiye bir imparatorluk bakiyesi. Parlak bir geçmişi var. Sıklıkla kullandığım metaforla söyleyecek olursak, bir manada, bir vakitler dedelerinin oturduğu Paşa konağının bahçesindeki bahçıvan kulübesinde, konağın yeni sahiplerinin lütuflarına muhtaç bir halde yaşıyor. Yıkık dökük kulübenin duvarında Paşa dedenin fotoğrafı olmasa, belki de yaşanan şartlara katlanmak daha kolay olabilirdi. Ama şimdi… Bir mucize olacak, Paşa dedenin konağı yine ele geçirilecek diye hayaller kuruluyor.

Kurulmasa daha mı iyi? Oğlunuz Einstein veya Picasso veya Maradona olmayı hayal etse mi daha iyi yoksa “benden bir halt olmaz” diye hayata küsüp içine kapansa mı?

Bu memleketin tuhaf elitleri, başka bir seçenek varmış gibi bir masal anlattılar. O masala göre bir mucizeye ihtiyaç yoktu, çalışıp çabalayarak, mesela Atatürk’ün izinden giderek veya konağın yeni sahiplerinin yaptıklarını taklit ederek, konağı yeniden ele geçirmek mümkündü.

Ee?

Ahali “olmaz” mı dedi? “Pekâlâ, sizin dediğiniz yoldan deneyelim” dedi. Memlekette yaygın bir Batılı düşmanlığı vardı da, ahali Batı’ya seferler mi düzenledi? “Avrupa Birliğine girelim, ortak olalım” dediğinizde olmazlandı mı?

Bütün bu dediklerimin atomlarla alakası nerede? Aha işte Güneç hanımın atomlara bakıp âlemi okuması gibi, örgütlenmeyi görmezden gelmesi, önemsizleştirmesi gibi, memleket hakkında ahkâm kesenler de teker teker şahıslara, onların filanca hususta nasıl tercihler yaptığına bakarak memleketi okumaktalar.

Tekrarlayayım.

Evet, bir yerlerde rüşeym halinde bir Kızılelma fikri var. Bir Fatih’e, bir Alpaslan’a duyulan özlem var. Hangi toplumu bileşenlerine ayırsanız, benzer unsurlar görürsünüz, benzer atomlar. Ama nasıl ki siz, sizi yapan atomlardan farklı iseniz, toplumlar da o toplumun fertlerinden farklı. Türkiye’nin ahalisi de durduk yerde maraza çıkarmaya hevesli bir toplum değil —aksine marazadan korkan bir toplum. O topluma Kürt barışı satıldığında hevesle satın aldı. Teker teker şahıslarda yaygın bir Kürt düşmanlığı olmadığını söylemiyorum, o Kürt düşmanlığının mevcut savaşın sebebi olmadığını söylüyorum.

“Kürt barışı satıldığında” dedim, “satmak” fiilini kullanınca Ege Cansen’e göz atmak şart oldu. Bence devam etmeden önce okumalısınız. Pazarlama denen kavramın serencamından yola çıkıyor. Sonra pazarlama teknolojisinin bir unsuru olarak segmentasyondan söz ediyor ve meseleyi Babacan, Davutoğlu, İnce’ye bağlıyor.

Meselemiz şurada: Ahaliyi segmentlerine ayırırken, mevcut ezberleri tekrarlıyor. Eğer mevcudu kabul edecek olursak, zaten bir çıkış yok. Ama “dövüşelim mi, boyun mu eğelim” sorusuna verilen cevaplara göre değil de “dövüşelim mi, paylaşalım mı” sorusuna verilen cevaplara göre segmentlere ayırırsanız ahaliyi, bambaşka imkânlar ve fırsatlar doğar. Aynı atomlar bambaşka biçimde örgütlenebilirler yani. Bambaşka biçimde örgütlendiklerinde de, bambaşka bir şey olurlar.

Siyaset, uygun soruyu bulup, ahaliyi bambaşka biçimde segmentlere ayırma —yani bambaşka biçimde örgütleme— işidir. Ondan ibarettir. Özal sahneye çıkmadan önce de memlekette segmentler vardı. Çıktı, “dört eğilimi birleştirmek” gibi bir masal anlattı. N’oldu? Yan yana gelemeyeceği varsayılan insanlar aynı çatının altına girdiler. Özal’ı onaylamak, masalını ciddiye almak filan değil dediğim, 1980 öncesinde kanlı bıçaklı olan birçok kişi yan yana geldi mi? Geldi. Gelebiliyor yani. Kötü anlatılmış saçma bir masalla bile…

Buradan da şu “yetmez ama evet” muhabbetine bağlayayım.

Yetmez ama evet dedin, sen aslında şusun”, “yok ben buyum” filan gibi geyiklerden baygınlık geliyor hanidir. Hiçbir şeyin aslı yok. Öz diye bir şey yok. Milyarlarca yıllık atomlar var, son derece geçici örgütlenmelerde yer alıyorlar. O örgütlenmeler, kendilerinde yer alan atomlar değişse de varlıklarını bir süre sürdürebiliyorlar. Muhtelif yollardan başka bir örgütlenmeye entegre oluyorlar. Domatesi yiyorsunuz, domatesteki karbon size geçiyor. Siz aslında domates mi oluyorsunuz, karbon mu?

Nüans değil bütün bunlar, sizi temin ederim. Manasız bir dünya kavrayışı olmasa, insanın aklına “ve bu hesapla biz, şimdi 13,7 milyar yaşında olmuyor muyuz” sorusu gelmez. Benzer şekilde şu yetmez ama evet tartışması da olmaz.

Kızılelma klipi?

O olur bakın. O, çareleri tükenmiş bir heyetin, toplumu kendi menfaatleri doğrultusunda yeniden örgütleme çabasının bir ürünü. Netice itibariyle bir siyaset üretme çabası. Yanlış bir siyaset ama neticede bir siyaset.

Yanlış olması elbette mesele. Ama esas mesele, karşısında bir siyaset olmamasından kaynaklanıyor. Toplumu fertlere, fertleri filanca sorulara verdikleri cevaplara bölüp bölüp, iyi kötü teşekkül etmiş olan örgütlülüğü de imha etmekten gayrı bir şey bilmeyen bir güruhun, oyunda oyuncu olmayı becerememiş olan bir güruhun, oynamadan kazanmaya alışmış bir güruhun çaresizliğinden başka bir şey yok mevcut iktidarın karşısında.

Sonra da toplum suçlu. Kızılelma filan hayallerine sahip olan bir toplumdan ne beklenir ki? (Kızılelma hayallerini de satın almıyor toplum ama biz biliyoruz, aslında öyle manyak birilerinden müteşekkil bir toplum bu. Biz biliriz. Aslını biliriz. Zaten toplum Kızılelma hayaline hayatını yatırmış olmasa, işbu heyet ne demeye Kızılelma klipleri filan yapsın ki? Değil mi ama!)