Linç
Genç olsaydım, Libya’da Kaddafi’nin linç edilmesinin görüntüleri üzerinden sosyal medyada Libyalıları linç edenler ile, şimdi mesela Perihan Mağden’i linç edenlerin aynı kişiler olup olmadıklarını didik didik araştırırdım. Herhalde birkaç ayımı alırdı ama eğlenceli olurdu.
Elimde böyle bir çalışma olsaydı, elbette şimdi olduğundan daha rahat konuşurdum ama konuşmamın daha çok etkisi olmazdı. Çünkü öyle sabırla araştırıp ürettiğim bilgiler de, memleketin okumuş çocuklarının “olsa olsa”larla imal ettikleri klişeleri nadiren yaraladı. Klişelerinin yaralandığı nadir tartışmalardan sonra da, çok geçmeden, muhataplarım kendi emniyetli klişelerine dönmenin kestirme bir yolunu buldular zaten.
Ama “nasılsa bir işe yaramayacak” diye niyetlenmiyor değilim böyle bir araştırmaya. Dediğim gibi, artık genç değilim ve sosyal medyaya, bir araştırma maksadıyla bile olsa katlanmayı istemiyorum. Yoksa, bir işe yaramayacak bir yığın şeyi, sadece kendimi tatmin etmek, kendi kendime eğlenmek için yaptım, yapıyorum.
Genç olsaydım ve böyle bir araştırma yapsaydım, şimdi Mağden’i fütursuzca linç edenlerin, Kaddafi’nin linç edilmesi üzerinden Libyalıları linç etmekte, linç kültürünü aşağılamakta da başrollerde yer aldıklarını bulurdum muhtemelen. Onlar, üstelik, benim yaptığım araştırmadan haberdar olsalardı, sosyal medyanın linç kültürünü linç etmekte de bir an tereddüt etmezlerdi.
***
Akşam’da yazmaya başladıktan kısa bir süre sonra, okumuş çocukların kanaatlerinin —o kanaatlerle çelişen gerçekliklere karşı— ne kadar yüksek bir bağışıklığı olduğunu göstermek kastıyla, Tel Örgüler Ne İşe Yarar başlıklı bir yazı yazmıştım. İlk yarısı şöyle bir şeydi:
“Güzelbahçe’de, yolumun üstünde bir köpek vardı. Önünden biri geçmeye görsün, zincirini sanki koparacakmış gibi gerer ve var avazıyla havlardı. Köpeklerden zaten korkardım, bunun sergilediği şiddet beni iyice gererdi. Zincire ne kadar güvenirsem güveneyim, köpeğin önünden her geçişte yüreğim ağzıma gelirdi.
“Bir gün bir tuhaflık hissettim. Köpek köşeden döndüğümü görünce yine havlamaya başladı, ama havlamanın şiddeti her zamankinden düşüktü. Ayrıca durduğu yerden havlıyordu, öyle “şu zincirden nasıl kurtulurum” edalarında dönenip durmuyordu. Bir hayli yaklaştıktan sonra fark ettim ki, köpek bağlı değil. Artık geri dönüp kaçmak da imkânsızdı. Çaresizlik içinde, yerden bir taş almak için eğildim. Kafamı kaldırdığımda köpek yoktu. Kaşla göz arasında inanılmaz bir mesafe kat etmişti. Biraz daha koştu, durdu, döndü. Herhalde kendisini emniyette hissedeceği kadar uzaklaştığına kanaat getirdi ki, yine var avazıyla havlamaya başladı.
“O anda anladım ki, o zincir beni köpekten değil, köpeği benden koruyordu.
“Teşbihte hata olmaz, futbol seyircileri beni bağışlasın. Statlardaki tel örgülerin şiddeti caydırmak bir yana, teşvik ettiğini yıllar boyu iddia ettim. Yıllar sonra Denizli’de tel örgüler kaldırıldı ve sahaya atlayan filan olmadı. Birkaç yıl boyunca bu hal, Denizli seyircisine has bir olgunluk olarak anlatıldı, durdu. Sonra, peyderpey başka statlardaki tel örgüler de kaldırıldı, sessiz sedasız. Her yıl en az birkaç maçta tel örgüleri yıkılan İnönü’de bile, bunca yıldır bir olay olmadı.”
Genç olsaydım, Türkiye’deki sosyal medya ile mesela İngiltere, Kanada, Danimarka, Yeni Zelanda, Hindistan ve Kore gibi ülkelerdeki sosyal medyayı, linç eğilimleri açısından mukayese etmeye çalışırdım. Eğer teorim doğruysa, dünyanın her yerinde sosyal medya, sokaklarla kıyaslanmayacak kadar linçe müsait olmalı.
Engin Ardıç veya Yılmaz Özdil gibiler, zincirlerinden (yani köşelerinden) kurtulduklarında, herhalde kimseye “kaşının üzerinden gözün var” demeyecek insanlardır. Öte yandan sosyal medyanın isimsiz insanları da, herhalde tel örgülerin arkasından rakip seyircilere karşı taşkınlık yaparak kendi arkadaşlarına gösteri yapan seyirciler gibidirler. Birbirlerini gaza getirip, kendi çevrelerinde itibar derlemeye çalışıyorlardır. Ama aradan tel örgüler kalkarsa…
Mağden’e bir önceki mesajdan daha galiz küfürler ve hakaretler imal etmekte şaşırtıcı bir yaratıcılık sergileyenler, mesela Mağden’le aynı vapurda olduklarını öğrenseler… Şöyle içlerinden geçeni kadının yüzüne söylemek için yanına gitseler… Kadını gördükleri anda, muhtemelen, onun hakkında düşündükleri şeylerden utanırlar. İkiyüzlülüklerinden değil, göz teması onları değiştireceğinden…
***
Bu blogu bir derbi öncesinde yazmaya başlamıştım. Türkiye’nin halleri hakkında derbiden yola çıkarak söylenebilir çok şey vardı. Bu gece yine bir derbi var ve günün mevzuuyla alakalı olarak şunu söyleyebiliriz mesela: Fenerbahçe seyircisi Arena’ya alınmadığı halde İstanbul polisi alarma geçmek zorunda kalacak, maç bitip futbolcular ve hakemler salimen evlerine varana kadar bir yığın kişi diken üstünde oturacak, evet.
Ama…
Memleketin dört bir yanında, yüz binlerce Fenerbahçeli ve Galatasaraylı, aynı evlerde, ekran başında, birbirlerini kızdırarak maçı seyredecekler. Yarın sabah aynı servisle işlerine giderken birbirlerine takılacaklar.
Yani kusur insanlarda değil. Düzeltilmesi gereken şeyler başka yerlerde…