Meydan
Eskişehir’de yeni stat tamamlandığında yıkılacak olan mevcut stadın yerine yapılması planlanan meydan konusunda bir tartışmadır gidiyor.
İyidir.
Bu hususta söyleyecek sözüm var ama bugünlük, bu tartışmanın hatırlattığı bir rivayet üzerinden söyleyeceklerimi söyleyeyim. Rivayet odur ki, Tanzimat’tan itibaren Türkiye’nin şehirlerinin meydanları bilinçli ve sistemli bir biçimde imha edilmiş. İttihatçılar ve daha sonra da Cumhuriyet de aynı politikayı izlemişler. Neden? Çünkü meydan, halkın toplanabileceği ve dolayısıyla iktidara karşı gövde gösterisi yapabileceği bir yer. İktidara sahip olanlar, halkın muhalefet imkânlarından biri olan meydanları, bu korkuyla ortadan kaldırmışlar.
Önce tespitler:
Meydanlar sahiden de halkın muhalefet imkânlarından biri. Belki de en önemlilerinden biri. Bunu Prag’dan Varşova’ya, Moskova’dan Pekin’e, sadece son elli yılda bile defalarca gördük. Kendi hesabıma meydanların politik potansiyelinden şüphe etmek için bir sebep bulamıyorum.
İkincisi, Türkiye’nin şehirlerinin meydanları, sahiden de kademeli olarak ortadan kalktı.
Bu tespitlerden yola çıkarak, siyasi iktidarların meydanları ortada kaldırma işini bilerek, isteyerek, taammüden yaptığını söyleyebilir miyiz?
Pek sanmıyorum.
Meydanların ortadan kalkmasının bir siyasi proje olarak algılanması ile öyle algılanmaması arasındaki farkı önemsiz bir nüans olarak görmüyorum. Çünkü eğer bu siyasi bir proje ise mücadele platformu başka, değilse başka. Ve meydanların akıbeti sadece bir misal. Her hususta böyle.
***
Ankara’da okurken, geniş bulvarların iki yanındaki geniş kaldırımları Ankara’nın en önemli özelliklerinden biri olarak görüyordum. Ankara’nın geniş kaldırımları, Ankara’nın bir başka özelliği olan gri ve telaşlı insanlarla doluydu. Şimdi öyle değil. Kaldırımlar aynı genişlikte de, eskisi gibi kullanılmıyor. Çünkü kullanılamıyor. Çünkü Gökçek, Ankara’nın içinden otomobille hızla geçilip gidilebilsin diye şehrin her yerini yardı. Artık kaldırımın birinden diğerine geçmek, şehrin pek çok yerinde, neredeyse imkânsız. İnsanlar da eğer karşıya geçemeyeceklerse yürümüyorlar.
Farklı kesimlerden inanları birbiriyle buluşturan kaldırımların ortadan kalkmasının bence çok mühim bir sosyolojik neticesi oldu. Ankara’da ve İstanbul’da başlayan bu süreç memleketin birçok şehrinde tekrarlanınca, insanlar birbirlerine değemez oldular. Birbirini görmeyen, bilmeyen, birbirine değmeyen insanların birbirine düşmanlaşması kolaylaştı. Dolayısıyla mevcut siyasi iklim mümkün oldu.
Gökçek’in “ileride kutuplaşma siyaseti sayesinde müthiş bir siyasi sermaye edineceğiz, onu mümkün kılmak için de kaldırımları yok etmem iyi olur” diye düşündüğünü hiç zannetmiyorum. Böyle bir varsayım, Gökçek’te izi bile bulunmayan müthiş bir zekâyı vehmetmeyi gerektirir. Hâlbuki bırakın bilmem kaç yıl sonrasını, birkaç gün sonrasını bile düşündüğü şüpheli, yapıp ettiklerinin muhtemel neticeleri hakkında iki laf edebilmesi mümkün olmayan, yapıp ettiklerinin ne neticeler doğurduğunu idrak etmekten bile aciz bir adamdan söz ediyoruz.
Ortadan bir plan, proje, komplo yok. Bir dünya kavrayışının acıklı tezahürleri var.
***
Demiş olduklarımı maddeler halinde tekrarlayayım.
Bir. Ortada bir netice gördüğümüzde, bu neticenin bir failin bir kastının neticesi olduğunu düşünmek, tuhaf bir kavrayış. Evet, evinize birileri su getirdiyse, siz sipariş verdiğiniz için. Ama her şey öyle değil. Sabah sabah ilk yaptığım iş, bir bardak kırmak oldu mesela. Yerdeki cam kırıklarına bakarak, birilerinin bir bardak kırma işini planlayıp yaptığını söylemek mümkün değil. Hayatta gerçekleşen pek çok şey, hiç de kast edilmediği halde, hiçbir özne onu kast etmediği halde gerçekleşiyor.
İki. Belirli bir kasıtla yaptığımız her şey kast ettiğimiz neyse onun gerçekleşmesine yetmeyebiliyor. Ama diyelim yetti. Kast ettiğimiz şey geçekleşti. Gerçekleşenler onunla kalmıyor. Her fiilin sayısız yan ürünü de oluyor. Bu yan ürünler, asıl üründen daha tayin edici, daha belirleyici, daha görünür de olabiliyor. Birileri bir şehre bir fabrika kurduğunda mesela, imal etmeyi kast ettiği şeyi imal etmeyi başarabiliyor. Ama bu süreçte bir yığın insan işçileşiyor, yani başka türlü yaşasaydı edinmeyecekti olduğu bir hayat perspektifi ediniyor. Fabrikanın inşa edildiği yerde iktisadi şartlar değişiyor. Göç oluyor. Çevre kirliliği doğuyor. Fabrikada tanışıp evlenen insanların hayat çizgisinin değişimi gibi hususlara girmiyorum bile. Fabrika kurulurken akla hayale gelmeyecek sayısız şey oluyor.
Üç. Fabrika kurulurken akla hayale gelmeyecek şeylerin bir bölümünü —gerçekleştikten sonra— analiz edip, bir sonraki fabrika kurulurken hesaba katmak mümkün olabilir. Ama pek çoğu öyle bile değil.
Dolayısıyla dünyayı bir komplolar silsilesi olarak değerlendirmek için hiçbir makul sebep yok.
***
Şunu da demiş olduğumu varsayıyorum: Mimari çevre, kim olduğumuz, nasıl biri olduğumuz konusunda çok önemli bir faktör. Belki aile kadar, belki genetik kodumuz kadar olmayabilir ama mesela okuduğumuz okullardan, o okullardaki müfredattan ve saireden çok daha müessir bir faktör olduğuna kalıbımı basarım.
Ama…
Mimarlık ve Şehir Planlama Bölümleri genellikle aynı Fakültelerin çatıları altında yer alıyor. Ama ikisinin arasında ciddi bir fark var. Bir bina ile şehir arasında ciddi bir fark var. Binalar tasarı ürünü. Binanın nasıl tasarlanırsa içinde yaşayan veya ondan faydalanan insanları nasıl biçimlendireceği —her tasarının sayısız öngörülemez yan ürünü olduğu için— tam olarak kestirilemez ama bir biçimde her bina bir tasarı ürünü olmak zorunda. Tasarı işini başkalarından daha iyi becerebildiği —tasarladığı binaların hayatı sayesinde— fark edilenler de —bu beceriyi nasıl edinmiş olurlarsa olsunlar— başarılı mimar olarak etiketlenirler. Ama şehir bir tasarı ürünü değil. Tasarlamaya kalkabilirsiniz. Tasarlamaya kalkan bir yığın insan oldu ve bir yığın tasarı teşebbüsüne şahit olduk. Ama hiçbir şehrin hayatı, bir binanın hayatını andıran bir seyir izlemedi. Tasarı sahiplerine boyun eğmedi şehirler.
Benzetmek gerekirse, binalar birer otomobil gibi ama şehirler at gibi. İkisinden de bir yerden bir yere gitmek için faydalanabilirsiniz. İkisi de sizin yaptıklarınıza reaksiyon gösterir, istikamet değiştirir, hız değiştirir ve saire. Ama atın huyu var. Otomobilde olmayan bir şey.
Şehirlerin de huyu var. İyi ki var.