Nas

Yazdım ama başka kelimelerle tekrarlayacağım…

Can Dündar bugün Cumhuriyet’te, malum klişeleri tekrarlamış. Yani İslam dünyasında yeterince üniversite yok, GSMH’dan bilime ayrılan pay düşük, okuryazar oranı düşük ve işte bu yüzden dünya beşten küçük diye iddia etmiş.

Önce altını çizerek vurgulamam gerekiyor: Herkesin okuryazar olduğu bir dünya ve özellikle de bir Türkiye isterim. Bilime her yerde ama özellikle de Türkiye’de şimdikinden çok daha yüksek kaynak ayrılsın isterim. Bilimi, insan faaliyetlerinin en saygıdeğeri olarak görürüm. Bir bilim insanı olmak için küçük yaşta devşirildim ve bana yapılan yatırımın hakkını vermek için, kendi kapasitem ölçüsünde çaba harcayıp duruyorum. Çok daha yüksek statü ve gelir vadeden yolları değil de şimdiki hayatımı tercih ettiysem, bir tek sebebi var: Bilimin sağladığı, bir şeyleri anlama (veya en azından anladığını zannetme) hazzına eşdeğer başka hiçbir haz yaşamadım.

Ve fakat, benim bilimden anladığım ile bilimcilerin bilimden anladıkları arasında muazzam bir fark var. Nasıl benim dinden anladığım ile dincilerin anladığı, Cumhuriyetten anladığım ile Cumhuriyetçilerin anladığı arasında büyük bir fark varsa… Mesela Can Dündar’ın yazısı bir bilimcinin yazısı. Dünyaya bilimin gözlüğüyle bakan değil, bilim pazarlayan birinin yazısı.

Batı dünyası ile İslam âlemi arasında birçok fark var. Mesela uyuşturucu tüketimi de Batı’da çok daha yüksek. Kayıtlı fahişe oranı da… Dünyanın beşten küçük olmasına sebep olanlar belki de bu gibi farklardır, nereden biliyorsunuz üniversite sayısındaki farkın belirleyici olduğunu?

***

İslam âlemi acınacak halde.

NPQ Türkiye’nin bir sayısı, Allah ve Politika temasına ayrılmıştı. Konu hakkında yazan muhtelif yazarlardan biri, Mısırlı bir gazeteci olan Sid Ahmed’di. Yazısının anafikri şöyle bir şeydi: Batı dünyasının Müslümanların bilmediği gizli bir sırrı var ve bu sır giderek büyüyor gibi görünüyor. İslam dünyasının bu algısı, Müslümanlarda paranoyakça bir gerilime sebep oluyor. Sid Ahmed, İslam âleminde paranoyakça bir tutum geliştiği tespitini yaparken bence haklı, kendisi de aynı paranoyayla “bildiğinizi bize de açın” diye neredeyse yalvarırken haksızdı. Çünkü bilgiyi edinmek ile üretmek arasında fark var ve bu mühim bir fark

Can Dündar (ve diğerleri) sanki edinilmiş bilgi ile üretilmiş olanı arasındaki farkı biliyor gibi görünebilirler. Ama öyle değiller. Edinilmiş bilgiyle konuşuyorlar ve edindikleri bilgiye “the bilgi” muamelesi yapıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti, daha en başından beri, İslam’ın naslarının yerine Batılı nasları ikame etme projesi oldu. Cumhuriyeti kuranların böyle bir kastı olmayabilir ama kafalarına şapka geçirince birden solucan deliğinden geçip imtiyaz sahibi oluverenler, Cumhuriyetin makbul çocukları, mesela İslam âleminin neden geri olduğu konusunda bile herhangi bir orijinal çalışma yapmadılar, yapmaya ihtiyaç duymadılar, bir yerlerde imal edilmiş bilgiyi edinmekle kifayet ettiler.

Ama Türkiye, onlar öyle yaptıkları için geri kalmadı. Yani Türkiye’nin geri kalmışlığıyla Cumhuriyetin makbul çocuklarının ezberden konuşup durmaları arasında bir korelasyon kurmak, hiç de bilimsel bir tutum olmaz. Cumhuriyetin makbul çocukları, sistemin kendilerine sağladığı imtiyazlardan istifade ederek bilgi üretmeye çalışsalardı da, muhtemelen, Batı ile aramızdaki uçurum büyüyecekti. Çünkü geri kalmışlığın bambaşka, kalın çizgili dinamikleri var.

Ama eğer Cumhuriyetin makbul çocukları, hasbelkader öğrendikleri yabancı diller vasıtasıyla öğrendikleri Batılı nasları ezberlemek yerine kendileri bilgi üretmeyi tercih etselerdi, daha eğlenceli bir hayatları olacaktı. Daha eğlenceli bir hayatımız olacaktı. Dünyayla ilişkimiz daha sağlıklı olacaktı. Ve muhtemelen geri kalmışlığı bu kadar kafaya takmayan, kendimizle ve dünya ile daha barışık bir toplum olacaktık. Bence, dünyayla ve kendimizle kavgalı olmak, geri kalmışlıktan çok daha ciddi bir problem.

***

Cumhuriyeti kuranlar, belki de, Batılı nasları ezberlemenin kâfi olacağını düşünüyorlardı. Eğer öyle düşünüyorlarsa da mazurdurlar. Çünkü o dönemki ruh hali, anlaşılan o ki, her yerde, hatta bilgiyi üretenlerde bile benzer bir kavramlaştırmaya yol açmıştı.

Cumhuriyeti kuranlar mazur ise de, peşlerinden gidenlerin, mesela Can Dündar’ın övünç kaynağı olarak zikrettiği, benim de mezun olduğum ODTÜ’nün ve ODTÜ’den mezun olanların böyle bir mazereti yok. Ama ODTÜ’de durmaksızın aynı naslar yeniden üretilip duruyor. Sonra bilimden, bilimsel metottan, bilimsel düşünmeden haberi olmayan (haberi olmaması da —mesleği icabı— mazur görülebilecek olan) Can Dündar’ın, o naslara bilim muamelesi yapmasının şartları ikmal oluyor.

***

Bütün sosyal sistemler kompleks bir karaktere sahip. Bu yüzden, sosyal sistemlerde imtiyazların, itibarın, servetin ve aklınıza gelebilecek diğer her şeyin dağılımı, sayısız faktörün karşılıklı etkileşiminden zuhur ediyor. Ama daha mühimi şu: Mesela Sergen’in yapıp ettiklerini tekrarlayarak Sergen olunamayacağı gibi, TCMB’nın Alman Merkez Bankasını taklit edip durmasıyla da Lira Mark’a eşdeğer bir statü kazanmaz. Almanya’da pekâlâ işleyen müesseseleri Türkiye’ye transfer edince de Türkiye Almanya olmaz.

Ve zaten olmasın da… Dünyaya bir Almanya kâfi —bence hatta fazla bile. Dünyanın ve insanlığın yeni bir Almanya’ya değil, olduğundan daha iyi bir Türkiye’ye ihtiyacı var.

Neyse asıl derdim bu değil. Asıl derdim şu: Daha önce söylemiş olmalıyım, İngiltere sanayi devrimini yaşarken, merkezi bir planlama marifetiyle veya ülkenin aydın statüsünü tekellerine almış zevatın eliyle bir plan üretmiş, “şunu şöyle yapalım da sanayi devrimini gerçekleştirelim” dememişti. Veya modernleşen Fransa veya Almanya, İngiltere’nin ayak izlerine basarak modernleşmediler. Dünyada iki tür toplum var: Modernleşenler ve modernleştirilenler. Modernleşenler bugün, hemen her yarışta diğerlerinin önündeler. Modernleştirilenlerin hepsi de sakat.

Çünkü modernleşme, bir plan uyarınca, başkalarında çalışan müesseseleri transfer ederek, onların ürettikleri bilgiye yaslanarak gerçekleştirilebilir bir şey değil. Modernleşmiş olanlar karşısındaki aşağılık komplekslerini bu ülkenin insanlarının üzerine birer nas olarak boca etmekle de olmuyor. Olmadığı görünüp duruyor.

Düşünmek lazım.

Düşünmekle de olmaz belki, kim bilir? Ama düşünmek iyidir. İnsanı aşağılık komplekslerinden kurtarır. En azından kurtarabilir. Ezberlenmiş nasları tekrarlayıp durmakları düşünmek zannetmek ise… Ne diyeyim?

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et