Nekrofili

Yanlış hatırlamıyorsam 1990’ların ilk yarısıydı.

Ama önce biraz geri gitmek lazım. 1982 idi. Arjantin’de iyide iyiye köşeye sıkışan cunta, benzer duruma düşen her ahmaklar çetesinin yaptığı gibi, Falkland Adalarına asker çıkardı. Bir buçuk ay kadar süren vatanseverlik macerası, 600 küsur Arjantinli gencin hayatına mal oldu. Bilmiyorum hangisinin gencecik ve hayat dolu bedeninden kaç mermi çıkarıldı, rekor kaç mermiyle kimde. Aslında kazanılması mucizelere bağlı olan bu kumarı oynayanların yegâne derdi kendi iktidarları idi. Ama bu iğrenç tiyatronun afişlerinde, her daim olduğu gibi, Vatan Uğruna yazıyordu.

Neticede çocuklar öldü, onları göz göre göre ölüme yollayanlar da, çok geçmeden, iktidarlarını kaybetti. Vatana, “vatan uğruna” diye diye çok hasar vermişlerdi, Arjantin’in toparlanması çok vakit aldı. O süreçte Arjantin, tıpkı şimdiki Türkiye gibi, çok sayıda yetişmiş evladını yurt dışına kaçırmış, insan sermayesi olağanüstü zayıflamıştı.

Herhalde on yıl kadar sonra Arjantin, dünya gazetelerinde —bu arada Türkiye gazetelerinde de— bir kampanya başlattı. Daha önce benzerine şahit olmadığım, galiba daha sonra da pek görülmemiş bir işti. Kendi kendime, Arjantin’in dünya milletler sahnesindeki itibarını restore etme, cuntanın dünyada yol açtığı itibar kaybını tamir etme ihtiyacı hissettiği neticesine varmıştım. Bir yandan da yetişmiş insanları Arjantin’e davet vardı işin içinde.

Gazetelerde boy gösteren tam sayfa ilanların birinde mesela Borges vardı. Birinde Maradona, bir başkasında dünya çapında bir ses sanatçısı filan. Arjantin gazete ilanlarıyla diyordu ki bize, mealen, “Arjantin olmazsa dünya eksik kalır”. Arjantin demek, bütün insanlığa ilham kaynağı olan, uçuk, maceraperest, sınır tanımaz bir ruh demek.

Türkiye ile Arjantin’i mukayese etme filan derdinde değilim. İşaret etmeye çalıştığım husus, vatanı tarif etmenin muhtelif seçenekleri olduğu. Pis ve manasız maceralarda kurban edilen çocuk bedenlerindeki mermi sayılarıyla da tarif edebilirsiniz vatanı, âleme ilham veren sanatçılarınız, sporcularınız, bilim insanlarınızla da… Veya sizi ayırıcı kılan ve fakat dünyayı tamamlayan bir ruhla da…

Vatanı nasıl tarif ettiğiniz, vatan hakkında bir şey söylemez. Sizin hakkınızda ise çok şey söyler. Çok şey. Mermilerle delik deşik olmuş çocuk bedenlerini mi, sürrealist bir tabloyu mu daha ilham verici bulduğunuzu, hangisi karşısında heyecanlandığınızı söyler.

***

Bahçeli, bildiğiniz gibi, ahmaklığın dibini bulma denemelerini sürdürüyor. Bu kapsamda yer alan önceki günkü dalışında “Mesela Kaliforniya’nın içten içe büyüyen, devamlı zemin tutan ayrılma talepleri iyice somutlaşır, gün yüzüne çıkarsa ABD ne yapacaktır?” gibi, herhalde kendisine dâhice gelen bir soru sormuştu. Sonra, ilkokul üçüncü sınıf öğrencilerinin bile çocukça bulacağı şekilde devam etmişti, “Veya İngiltere’nin atadığı valilerce yönetilen Kanada, Avusturalya, Yeni Zelenda gibi ülkeler yeter derse neler olacağını düşünen var mıdır?”

Kanada’ya, Avustralya’ya filan lüzum var mı? İskoçya Britanya’dan ayrılmak istediğini dile getirdi. Referandum yapıldı. Ayrılıkçılar kaybetti. Yakında yeni bir referandum için zorlamaları bekleniyor. İngilizler güneşe ateş taşımaya, buzdan ateş yakmaya veya cepheden cepheye kan nakletmeye filan pek niyetli görünmüyorlar. Oralarda Bahçeli kafasına pek ekmek yok yani.

Bahçeli’nin İngiltere’ye yeter demesinden fena halde korktuğu Kanada’da Quebec mesela, kaç defa referandum yaptı. Kimsenin aklına gencecik bedenlerdeki mermi deliklerini saymak gelmedi —çünkü hiç olmadı öyle şeyler.

İspanya’da Katalonya ayrılmak istiyor ve 1 Ekim’de de referandum yapmaya karar verdi. Madrid referandum talebini yasadışı ilan etmişti, Katalonların ısrarına fena kızdı. Kızdı da ne yaptı? Katalonya şehirlerinin üzerine ordu mu yolladı? “Tasalanmayın, sonra Toledo yaparız” filan diye şehirleri mi yıktı? Yoo! Katalonya özerk bölgesinin mali kaynaklarına el koydu. Yani İspanyollar İngilizler kadar gevşek değiller. Ama Madrid’de birileri “biz 31 Mart 1492’de Elhamra Sarayında Yahudilerin sürülmesi kararı verdiğimizden beri bu Yahudiler bütün dünyayı üzerimize kışkırtıyorlar, şimdi de Katalonya’dan başlayarak…” filan gibi manasız laflar etmiyor.

Akıl niyetine saydığı şeyden böyle bağlantılar geçen kimse yok mudur İspanya’da. Herhalde vardır. Ama o zavallılar muhalefet partisi genel başkanı filan olamazlar.

“Eh, Yugoslavya, Çekoslovakya bölündü, Belçika, Kanada, İngiltere, İspanya çatırdıyor, galiba dünyada bölünmek moda, biz de modaya uyalım, bölünüverelim” filan demiyorum. Mevzuu buralara ben getirmedim, Bahçeli getirdi.

Peki, ben niye hatırlatıyorum Bahçeli’nin zırvalarını? Bildiniz, vatanı nasıl tarif ediyor olduğunuz/olduğumuz mevzuuna bağlayabilmek ümidiyle… Osmanlı Çimpe Kalesini, gencecik çocuklarının bedenlerinin oklarla delik deşik olması pahasına almadı. Daha önce Karesi beyliğini diplomasi marifetiyle topraklarına katan Osmanlı, Bizans’ın taht kavgalarından istifade ederek, kazanacak tarafın yanında durma karşılığında aldı Çimpe Kalesini. Öyle bir yanda Haçlılar öte yanda Hilal filan… Geçiniz.

Osmanlı’nın yükselişi, akıllı ve vasıflı insanlar için bir çekim merkezi olması sayesinde… Osmanlı’yı tarihte bir arıza olarak görmeye pek teşne olan Cumhuriyetçiler her ne derse desin, dönemindeki muadillerine kıyasla olağanüstü bir organizasyon becerisi sayesinde hayatta kaldı. Yoksa, kendisine gaza —veya meşrebinize göre, talan— imparatorluğu denen şey, üç yüzyıl boyunca neredeyse bir tek muharebe kazanmadan ayakta durdu. Neyin gazası, neyin talanı?

***

Vatanı, pis ve manasız maceralarda kurban edilen çocuk bedenlerindeki mermi sayılarıyla da tarif edebilirsiniz, âleme ilham veren sanatçılarınız, sporcularınız, bilim insanlarınızla da… Ve onu nasıl tarif ettiğiniz, vatan hakkında bir şey söylemez. Sizin hakkınızda ise çok şey söyler. Çok şey.

Mermilerle delik deşik olmuş çocuk bedenleri karşısında heyecan duyanların hiçbiri, ister İslamcı, ister milliyetçi, ister ulusalcı veya sosyalist olsun, kendi bedenleri veya kendi çocuklarının bedenleri delik deşik olabilecek olanlardan değil. Yılmaz Özdil mesela, tıpkı Erdoğan, Bahçeli veya Perinçek gibi, gaziliğe iltifatlar dizen diğerleri gibi, delik deşik olmaktan muaf olanlardan.

Türkiye’nin meselesi bu.

Yani?

Bir Borges, bir Maradona çıkaramamış, çıkmasını sağlayamamış, ortaya çıkan olağanüstü başarısızlığı, muazzam hayal kırıklığını açıklama ihtiyacı duyulursa kendisine hesap sorulacağını sezgileriyle bilen zevat, yüz yıldır, bütün dünyanın bize karşı olduğu masalını pazara sürüp duruyor. Siz bile inanıyorsunuzdur bütün dünyanın değilse de iri aktörlerin bize karşı komplo düzenliyor olduğuna. Ligden düşen takımın, “diğer bütün takımlar bize karşı birleştiler, bize inanmıyorsanız her birinin bizi nasıl yendiğine bakın” filan diye deliller üretmesi gibi bir hal var. E, evet. Herkes bizi yendiği için küme düştük. Ama birbirlerini de yendiler. Mesele şu ki, biz berbat oynadık ve başkalarından daha çok mağlubiyet aldığımızdan küme düştük.

Şimdi de berbat oynuyoruz. Daha önce oynadığımız berbat oyunların hepsinden daha berbat.

Esad’ı gözümüze kestirmiştik mesela. Tam da Esad’ın başı derde girmiş, gelenden geçenden beş yiyor iken, zafer ihtiyacı olan zevzekler çetesi, mehteran eşliğinde harekete geçti. Günün sonunda öyle bir noktaya geldiler ki, Halep’in Esad güçlerinin eline geçmesi ihalesini üstlenmek zorunda kaldılar. Karşılığında El Bab zaferi filan gibi bir şeyler aldıklarını umuyorlardı —zafere fena halde ihtiyaçları vardı. Halep yıkıldı. Hatırlıyorsunuzdur, Fatih Sultan Erdoğan hayalleri kuran alçaklar çetesi, hayalleri gerçekleşsin de hırsızlık düzenleri sürsün diye her şeyi göze almış soysuzlar, bize dönüp, “Halep için yeterince ağlamıyorsunuz” diye bir de bize hesap sordular.

Şimdi durum pek farklı değil. Suriye’de “vatan size minnettardır” diye sırtlarını sıvazlayıp ellerine silah verdikleri çocukları Esad’a peşkeş çekiyorlar. Bir zafer, küçücük bir zafer, ne olur! Sadece iç piyasada para etsin, sadece TL ile alınır satılır olsun, dert değil. Küçücük bir zafer. Mukabilinde bakın, bizi adam zanneden, sırtını bize dayamış şunca delikanlıyı istediğiniz gibi delik deşik edeceksiniz. Hayat dolu bedenlerindeki mermi deliklerini saymaya kimsenin takati yetmeyecek.

Razı edemediler anlaşılan.

“Bir miktar S-400 de alırsak, yani şu kadar da rüşvet verirsek?”

Esad kazanacak, Rusya kazanacak, Erdoğan ve çetesi de iç piyasaya zafer olarak pazarlayabileceği, kendilerine seçim kazandıracağını umdukları bir illüzyon kazanacak. Vatan, gaza, şehadet diye dolduruşa getirilmiş gencecik, eğer doğru dürüst bir ülkede yetişselerdi belki Borges, belki Maradona olabilecek çocukların bedenleri delik deşik olacak.

Gerekirse ölünür.

Ama marifet öldürmekte, öldürülmekte değil. Marifet yaşatmakta, Borges, Maradona yetiştirebilmekte. Marifet sahibi olmadıkları için, geçmişteki parlak günler sanki ölmekle, öldürülmekle gerçekleşmiş, bugün de sanki ancak öylesi mümkünmüş gibi masallar anlatıyorlar. Hayatlara değer katamıyorlar, yaşayan çocukların kendileriyle, ülkeleriyle kıvanç duymasını sağlayacak şeyleri yapamıyorlar, Kürt gençlerinin “ne işimiz var ayrılmakla ya” diyecekleri bir ülke haline getiremiyorlar Türkiye’yi, Türk ve Kürt gençlerinin kendi hayatlarına mana katabilecekleri düzenleri tesis edemiyorlar…

Ölümü yüceltiyorlar.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin